31 Aralık 2014 Çarşamba

masa başı*


Oturup masa başında acı çekmek dâhice
Eriyip gitmek masa lambasının sıcağıyla
Birkaç kelimeyi anlamlarından kaçırmak
Birkaç kelimenin anlamını batırmak
                           
Bu büyük bir savaş
Bembeyaz sayfa dururken önünde
Ne kadar kirlendiği hatırlatırken sana
Hadi bir kelime daha
Kimse temiz kalamaz

Ne büyük dert
İnsanın kendisiyle bile baş edememesi
Gerçekleri görmezden gelmesi
En azından çalışması
Kimse kafasının içindeki cehennemden sağ çıkamaz

Ben artık insanları anlamaya çalışmaktan vazgeçtim
Sanki herkesten sonraya kalmış gibiyim
Bir ağaç gölgesinde uyumuş kalmışım da
Herkes çekip gitmiş gibi
Tam olarak böyle mi bilmiyorum
Belki de yalnızca gözlerimi kapamışımdır

28 Aralık 2014 Pazar

sen bana gülme*


Sen bana gülme
Ciddiye alıyorum
Bütün yelkenlerim suya iniyor
İpini koparıyor içimde uçurtmalar

Sen bana gülme
Gülünce ben de gülüyorum
Bu çok zor oluyor
Cam kırıkları üzerinde yürümek
Bir aslana kırbaç sallamak kadar

Sen bana gülme
Ümitleniyorum
Bir güneş açsa bahar geldi sanan kuşlar gibi oluyorum
Ona buna anlamsız şeyler anlatıp duruyorum
Seni düşünüyorum konuşurken
Ve gecen zamanı

Sen bana gülme
Ben intihara meyilli bir birey oluyorum gittikçe
Sen güldükçe annemin kırdığım bütün porselenleri aklıma geliyor
Kırılıyorum kendi ellerimde

Sen bana gülme 
Ben sevmesini bilmiyorum
Acının diğer adı zannediyorum
Sana bir şey vaad etmiyorum
Ama zaten sen bütün bunlardan habersizsin

Olsun sen yine de bana gülme
Ben fazla sağlıklı sayılmam
Dedem kalpten öldü benim
Aşkla alakalı bir durum sayılmaz ama
Bilmem belki de öyledir
Dedemle fazla dertleşmezdik

27 Aralık 2014 Cumartesi

konuşkan kuşlar*



Unutma sevgilim
Ben senin pencerene konmuş
Uçmaktan yorulmuş bir kuşum
Öyle güzel gülmesen bana

Avuçlarına almasan
Kanatlarımdan vazgeçirmesen beni
"İşte buldum
Uçmak neye yarar başka" dedirtmesen
Bu kadar güzel gülmesen

Seslenirsin bana
Sesin boğuşur rüzgarla
"Gel küçük kuş
Uzaklar sana göre değil"
Sorgulamam yargılamam seni
Severim severim
Bir denizin üzerinde uçmak gibi

Öyle güzel gülmesen
Havalara uçmak geliyor içimden
Kanatlarımdan daha yeni vazgeçmişken
Uçmanın başka bir yolunu keşfetmişken
Avuçlarında
Üşüyorum biraz sarılsana


26 Aralık 2014 Cuma

benim küçük kalbim*





Bulutlar yalnızca yağmur getirmezler sevgilim
Bazen yalnızca gölgeleri düşer üzerimize
Güneşi kucaklar gibi sanki korurlar bizi
Ne büyük fedakârlık yağmur olup yağamazken
Toprağa düşüp ağaç olamazken üstelik

Geçiyor sevgilim bu günler bile
Güzelliğine aldırmıyor yaradan hiçbir şeyin
Hint kumaşları yalnızca dokuma tezgâhlarında
Biz bir kuş sürüsüyüz dünyanın üzerinde
Bitmeyen hedeflerimizle

Sen sevgilim bilirim hiçbir şeyi fazla dert etmezsin
Küçük çocuklardan tek farkın küçük olmayışı ellerinin
Ve farkında olman hafta sonu tatillerinin
Masumiyetine gölge düşürecek tek şey benim geçmişinde
Öyle kaldığıma göre, fazla durmaya gerek yok üzerimde

Senin bir dünyan var sevgilim bir ütopyan
Masallardaki bütün kötüleri anlayışla karşıladın
İçimizdeki iyiliği keşfetmemizi onlara bağladın
Ben hikayenin kötü niyetli kadını oldum
Sen içindeki iyiliği keşfedeni
Her zaman haklıydın sevgilim
Bu yüzden sana hiç kızamadım

-Greta-

Şu güzelim diziye bir bakın savaşa, drama ve aşka şahit olun.

Unsere Mütter, unsere Väter

21 Aralık 2014 Pazar

hayatın kaçak yolcuları*




Bir dağın ardına bakmak bu
Korkuya kapılmak

Demir almak bilindik limanlardan
Engel olamamak seni sürükleyen rüzgâra
Saçlarına dolanmışken isteksizce

Kelimeler ağırlık yapıyor
At aklından at kurtul
Bu sonsuz yolculuk
Onlara ihtiyacın olmayacak durduğumuzda
Dönüp arkana baktığında

Yarından beklentin ne kadar büyürse
O kadar mutsuz olursun
Ama biz uçurumun kenarındayız
Bir adım daha geri atamayız
Yarından korkamayız

Elbette ihtimal dâhilinde her şey
Elbette mutsuzluktan ölebilir insan
Durup dururken yığılabilir olduğu yere
Kapanır mı bütün hesaplar o zaman?
Affedilir mi her kaybeden?

Boş verelim bunları biz en iyisi
Kelimeleri bile unutmak isterken
Nerelere geldik yine
Bu sonsuz yolculuk değil boşuna
İster istemez dönülüyor başına

Her kalp gömülmeden kuyusuna
Kesilmeden en son ses
Yükü hafiflemez yarınların
Bitmez kimsenin hesabı geçmişle
Devam eder bu kısık ses yankılanmaya boşlukta
"Her günün hesabı dünden sorulur"


10 Aralık 2014 Çarşamba

her şey hiçbir zaman güzel olmayacak*

endless

Elimde kalan ne sanki
Neydi elimde olan
Dalga seslerine kulak verirken uzaktan
Bir gemi daha silindi çoktan ufuktan

Benim bir derdim var
Derdimin bir beni
Alıp gitsem başımı bi yerlere
Nerde sen yoksun
Sen nerdesin

Vaktinden önce biten şeylere yarım diyoruz
Yarım kalan her şey de
Benim yarım kalıyor
Hiç bitmiyor sözler
Ne kaldı anlatmaya değer

Bütün beyaz sayfalar silinmiş mi?
Yok mu hiç karalanmayan?
Olsun bu değil derdimiz, hiç olmadı

Gözleri bazen büyük oluyor dünyadan
Ve seyrediyorum uzaktan
Orda hiç yokmuşum,
hiç olmayacakmışım gibi
İç çekiyorum, içime çekiyorum zamanı
Geçme, dur! şimdi hiç sırası değil

Sonu mutlu masallar' anlatım bozukluğu mu?
Yoksa masallar da mutsuz insanların elinden geçti mi?
Üstü çizildi mi gülümseten bir kaç satırın?
Kaç büyücü başardı hayatta kalmayı son sayfada?

Hepsi mi meraktan sanki
İçimde bir çocuk rahat duruyor mu?
Söylediklerimi anlıyor mu?
Umurunda mı bütün bunlar?
Sanmıyorum hiç sanmıyorum

Henüz bilmiyor
En yüksekteki uçurtmanın bile ipi var
Yerle bir bağı var
Sen bir bilsen, bir gelsen
Bir şeyler söylesen, ipini çeksen
Biter mi bu masal, mutlu sonla?
Bir hediye belki bütün mutsuz insanlara

9 Aralık 2014 Salı

bitkisel hayat*




“Aç şu kapıyı aç sadece konuşmak istiyorum. Sadece meraktan bu lanet olası hayat verdiği her güzel şeyi geri almakta neden bu kadar acele diyor?”

Çılgınlar gibi bağırıyordum kapısının önünde. Sokak bomboştu. Normaldi bu saatte. Saate ise en son evden çıkarken bakmıştım biri çeyrek geçiyordu. Evden çıkılması değil eve girilmesi gereken bir saatti. Belki de ikisi içinde geçti.

Hava da buz gibiydi. Üstelik soğuktan nefret ediyordum. Ama bu gece önceliklerim başkaydı. Sokaktaki evlerin ışıkları bir bir yanmaya başlamıştı. Kuduz bir köpek gibi hissettim o anda. Kendimi mahvetmiş olmam yetmiyormuş gibi insanlarında huzurunu kaçırmıştım. Ama bütün bunlar olmalıydı. Herkes farkına varmalıydı yaşadıklarımın. Halime üzülmek ya da hor görmek onlara kalmıştı.

Deli gibi yumruklamaya başlamıştım kapıyı. İçeriden çıt çıkmıyordu. Duvarlarla konuşup duruyordum. Bu kadar derin bir uykuda olması mümkün değildi yanağına bir öpücük kondurulduğunda gözlerini açan birinin. Sanırım fazla yorgundu. Hayır, iyimserliğe yer yok bu tabloda. Biliyorum o karanlık odasında perdenin kenarından beni seyrediyor ve bir kere daha lanet ediyordu bana rastladığı güne. Ve ben bütün bunları bildiğim halde onu sevmeye devam ediyordum. Çünkü bir aptalım. Çünkü yalnızca aptallar kendinden vazgeçer.

Biraz yorulmuştum. Oturdum soğuk merdivene. Ne yapacağım konusunda en ufak fikrim yoktu. Burada yıllarca oturabilirdim. Elbet bir gün dışarı çıkar ve bana buradan gitmemi söylerdi. Yapardı bunu. Biraz acımasız bir kadındı. 

Birden önümde bir karanlık oluştu. Biraz bana benziyordu, dağınık saçlarından anladım. Evet, bu gölgemdi. Evet, ışıklar açılmıştı ve merdivenlerdeki ayak seslerini duyabiliyordum. Yavaşça açtı kapıyı. Arkamı dönmedim. Görmeye henüz hazır değildim. Belki de yalnızca gelip yanıma oturmasını düşünüyordum o sıra.

“Git burdan” dedi.

Benim ve sokakta ışığını yakmış evlerdeki herkesin beklediği gibi. Gölgesi gölgemin hemen yanına düşmüştü. Ne kadar da yakışıyorduk. 

Biraz daha bekledim. Ne kadar inatçı olduğumu bilirdi ve ısrar etmek onun en sevdiği şeydi.

“Neden anlamak istemiyorsun. Her şey biter. Bu dünyanın sonu değil. Diğerleri olmadığı gibi”

Soğukkanlılığına her zaman hayran olmuştum. Ama bu kadarını bir insan olarak tahmin etmem biraz zordu. Dünyanın dönmeye devam etmesi için birkaç kelime etmem gerekiyordu. Ya da ben kendimi öyle ikna ettim.

“Senin bu yönüne hayranım. Hiçbir şey seni yaşamaktan alıkoyamıyor. Karşında kıyamet kopuyor ama sen bir saksı bitkisi kadar sakinsin.” Arkama dönmüyordum. Dönersem hemen buraya gömülmem gerekti.

“Anlamıyorsun saksı bitkisi olan sensin. Yaşamak için hep birine ihtiyacın olduğunu hissediyorsun.”

Doğru şeyler söylüyordu aslında ama konuşmaya içerde devam edemez miydik? Artık ondan nefret etmediğim için soğuk ilk sıradaki yerini devralmıştı ve ben donmak üzereydim.

“Bence bana bir kahve ikram etmeli ve bu konuşmaya içeride devam etmeliyiz. Yoksa birkaç dakika içinde donmuş olacağım için bu konuşmanın sonunu asla göremeyeceğiz.” Onun kadar soğukkanlı olduğum için kendimi tebrik etmeliyim belki ama sonra.

“Bana bir söz vermelisin. Önce beni dinleyecek ve sonra gideceksin. Senden bana hak vermeni beklemiyorum, beni bağışlamanı da. İstediğini düşünebilirsin. Ama bu gece burada her şeyin biteceğine söz ver.”

Tanrım kadınlar kesinlikle aşık olamıyorlar. Ve bir vicdanları olmadığına artık eminim. Çocukları dışında kimseyi sevemez mi bunlar? Bir erkek bu konuşmayı yapmaya kalksa beşinci saniyesinde kendini öpüşürken bulurdu. –hala geç kalmamış olabilir miyim?- Tamam demekten başka çarem yoktu. Kuduz bir köpek gibi sokaklarda ölmek istemiyordum. 

“Tamam” dedim.

Ben arkamı döndüğümde o çoktan içeri girmişti. Yavaşça kalktım. Buza dönmüş bacaklarımın hareket kabiliyeti zayıflamıştı. Altı üstü iki merdiven çıkacaktım ama büyük bir savaş olacağını anladım. İlk adımı attım o kadar da zor değildi. Hayatta bir şey de beklediğim gibi olsun. Neyse sırası değil şimdi. İçeri girdim, kapıyı yavaşça kapattım. Mutfaktan sesler geliyordu. Kahve konusunda ciddi olmadığımı anlamamıştı demek ki. Olsun bu ilk değildi. En sevdiğim yere geçtim oturdum. Ne zaman gelsem buraya oturur, onun mutfağa gidiş gelişini izlerdim. Sofrayı öyle bir hazırlayışı vardı ki sanki çabuk bitmesin isterdi. Her şey için ayrı ayrı sefer ederdi mutfağa. Bir yağlı boya tablosuna küçük fırça dokunuşları. Sonra okuyor gibi yaptığım kitabımı –o bunu hiç bilmedi- elimden alır ve kolumdan tutup sofraya götürürdü. İşte yine geliyor. İki bardak var elinde kendine de yapmış demek ki. Ve bu sefer fazla uzatmıyor tek seferde bütün resim tamam. Kocaman paçaları olan hayli bol pijamasıyla ve Mickey Mouse tişörtüyle harika görünüyordu. Aceleyle giyindiği çok mu belli? Saçları berbattı. Sanırım onu hiç böyle görmemiştim. İlişkimiz bittiğinden artık önemsemediğini düşündüm. Ya da sadece aynaya bakmaya vakti olamamıştı. İkinci seçenek daha akla yatkındı. Çünkü gözleri hala rüyalar âlemindeydi. Kahvemi orta sehpasının üzerine bıraktı. Karışıma oturdu. Önceden bardağı elime verir ve yanıma sokulurdu. Aradaki uçurum sanırım normaldi. Artık iki yabancıydık.

Kahvesinden bir yudum aldı ve konuşmaya başladı. Umarım uyumam.

“Senin en büyük sorunun ne biliyor musun? Kabullenemiyorsun hiçbir şeyi. Bana anlattığın her şeyi hatırlıyorum ve hepsi aynı kapıya çıkıyor. Bir yanılsamanın içinde yaşıyorsun. İnan bana Disney karakterlerinden bir farkın yok. Şimdi bunları söyleyince hayatımın en büyük hatası olduğunu sakın düşünme. Sana haksızlık etmek istemem. Tanıdığım en özel insanlardan birisin. Ama herkesin bir kusuru var, seninki kendi dünyan.”

Tanrım kadınlar bu kadar açık sözlü olmak zorunda mı? Ve bunun zamanlamasını yapmakta bu kadar kötü mü olmalılar? Ne için geldim buraya, neler düşündüm, neler söyledim? Hatta şu kapının hemen önünde, bütün dünyanın önünde, bağıra çağıra. Yok, faydası yok ikna etmek için yaratılmış olanlar biz değiliz. O kadar boş bakıyorum ki bunları düşünürken, umarım onu takmadığımı düşünüp sinirlenmez. Ne haddine oysa. Kahve bardağını bırakmış bana bakıyordu şimdi. Kahvenin rengi onu canından bezdirmiş olmalıydı ama bende pek umut vaad etmiyorum. Normalde böyle onlarda göz göze gelince gülümseriz, birbirine âşık her iki insan gibi ama yalnızca bir taraf olunca işler değişiyor sanırım. Bilmiyorum daha yeniyim. Konuşmak istiyordu. Belliydi her halinden ama beni kırmadan kafasından geçenleri anlatmaya çalışmak yeterince zor olmalıydı. Çünkü tam bir işe yaramazdım ve bu denli beni düşündüğü için pişman olmasına daha vakit vardı. 

“Ne kadar güzel olduğunu biliyorsun değil mi? Ama bunun için sevmiyorum seni.” Şaşırmıştı, neden bunları söylediğime bir anlam veremiyordu. Devam ettim.

“Seninle bu konuşmayı yapabildiğimiz için. Benim anlayışsız oluşum kadar sen anlayışlı olduğun için. Açık sözlülüğünü hiç söylemiyorum. Vicdan konusunda ufak sorunlarımız var ama herkesin bir kusuru var dimi sonuçta. Ha birde takdire değer rol kabiliyetin, az kalsın unutuyordum.” Kahveyi üzerime fırlatıp gitmemi beklemesini umuyordum ama kanepesine kıyamadı herhalde.

“Şaka mı yapıyorsun?” demekle yetindi. Ama yüz ifadesinde yüzlerce küfür gizliydi. Keşke anlamasaydım. İnsan dediğin biraz aptal olur. Ben kendimi öyle sanıyordum ama o kadar da değilmişim demek ki.

“Hayır, şaka yapmak için ortam fazla ciddi” dedim. Sandığım kadar aptal olabilirim.

“Bak hala anlamak istemiyorsun ama sabrım tükeniyor artık şu saçmalığı kes ve geldiğin gibi git. Yeterince medeni davrandığımı düşünüyorum bunu istismar etme.”

“Geldiğimden daha sakin giderim söz veriyorum. Kahve için ayrıca teşekkürler. Arkadaşını rahatsız ettiğim için de özür diliyorum.” Yüzü bembeyaz olmuştu. Neden bahsettiğimi biliyor ama nasıl öğrendiğime anlam veremiyordu. Tam şuan da dün geceye gidebiliriz…



Dün gece barda bir adamla tanıştım. Bana sevgilisinden bahsetti. Bir haftadır beraberlermiş ve yarın gece akşam yemeği için onu evine davet etmiş. Bana adresi gösterdi “Bir bak bakalım sen biliyor musun oraları tarif edebilir misin? Ben hiç gitmedim de daha önce o semte.” Kısa bir şaşkınlık sonrası zor da olsa kendime hâkim oldum ve adresi tarif ettim. Normalde bir yumruk atıp soluğu onun kapısında almalıydım ama kendime yakıştıramadım. Şimdi yaptıklarım daha berbat şeyler değilmiş gibi sanki görgü anlayışıma hayranım.

Şimdi buradayım. Birazdan çıkıp gideceğim, umarım tetiği çekmem. Silahı neden yanıma aldığımı bilmiyorum. Asla şiddet yanlısı olmadım. Ama âşık oldum. Sanırım aşk dünyanın en karmaşık duygusu ve içinde bütün duygulardan biraz var. 

Bir şey söyleyemedi, soğukkanlılık da bir yere kadar. Şöminenin üzerindeki fotoğrafımız duruyordu o konuşurken fark etmiştim. Unutmuş olmalıydı başka bir açıklaması yoktu, kabul etmezdim. Hem kabul edelim sıkıcı bir konuşmaydı, etrafa göz gezdirmem normaldi. Kapıya doğru giderken yanıma aldım. O hala oturuyordu, şoka girmişti. Sanırım oldukça tuhaf bir duyguydu, yeni sevgilinin yatağından çıkıp bir kat aşağıda eski sevgilinle kahve içmek ve onun bundan haberi olması. Silahımı çıkardım, kanepenin oturduğum tarafına şarjörü boşalttım, orası benimdi ve öyle kalacaktı. Ardıma bakmadan çıktım. Korku pek sevdiğim bir duygu türü değildi. Korkutmakta sevmediğim bir eylem dolayısıyla ama başka şansım kalmamıştı. İçeride neler yaşandığına dair en ufak bir fikrim dahi yoktu ve merak etmiyordum. Ama muhakkak aşağı inmişti adam da seslerle beraber. Karşılaştığı manzaradan sonra belki yanımdan koşarak geçer birazdan. Işıklar nasılda hemen sönmüştü, görünmez olmak bu kadar kolay mıydı? Neyse… Şimdi işin yoksa bu soğukta eve kadar yürü. Aşk acısına saygım büyük ama o da bir yere kadar. Soğuk onu bile donduruyor. Çok fena lan…


5 Aralık 2014 Cuma

zamanın sesleri*

Saatler ilerliyor
İstisnasız bütün saatler
Zaman bir çember
Asla sonuna gelemiyoruz

Eskiden sabahları erkenden uyanırdım
Benim saatime göre erken
Kimilerine göre çok geç
Kimilerine göre anlamsız

Saatlerin dünyanın kuyusu olduğunu düşünürdüm uzun uzun
Derin karanlık sessiz bir kuyu
İçi ağzına kadar acıyla dolu
Sonra boş verdim
Önce saatleri
Sonra her şeyi

Kanatları kırık kuşların boynunu kırdım
Gözlerini kapattım ellerimle
Gökyüzü bu kadar hüzne dayanamaz
Yere inerdi
Hepinizi ben kurtardım

Tanrı'ya seslendim
"Omzuma abanan senin ellerin değil biliyorum
Ama sen onları da kaldırabilirsin"
Konuşmadı benimle
Varlığına gölge düşürmedi

Bir uçurtmanın ipini kestim önce
küçük bir çocuğun ellerinde
Çok ağladı
Ağlamasa bir anlamı olmazdı
Sonra yağmur başladı
Bu bir günah sayılmazdı

21 Kasım 2014 Cuma

yeminli kuşlar*

Yeminli kuşlar
Kanat çırpmamaya
Rüzgara karşı
Koşarken sen
Arkandan bakmaya

Çığlıklar böler
Her sessizliği
Kusar biriktirdiği
Öfkeyi nefreti
Her susmak zorunda kalmış olan

Hep ağır değildir
Zincirler
Çakılıp kalmak bir yere
Zorla
Zaten gidemeyeceğini bilirken
Özgürlük yük olur omuzlarına

Birbirine karışır bulutlar
Yeminlerine hala sadıkken kuşlar
Ben keyfine varırken vazgeçtiklerimin
Bir ışık böler geceyi
Ardından bir çığlık
Tanrım bir son ver artık
Rezil insanlık






15 Kasım 2014 Cumartesi

koşar gibi*



Olmuyor
Güzel olan her şey bana uzak
Gördüm
Kaçıyor kelimeler

Kirli mi ellerim
Dünyadan
Cin miyim
Sizden

Aklım dar bir oda
Giren çıkmıyor
Çarpışıp duruyorum
Girenlerle
Hiç iyi anlaşamıyorum

Sizinle yaşıyorum
Siz hiç habersiz
Durum biraz karışık
Doğrusu ben bile yadırgıyorum
Artık anlam veremiyorum

Yatıyorum kalkıyorum
Uçmuyor kuşlar
Gitmiyorlar içimden
Sanki sıkışıp kaldılar

Bana bayılmalarının ihtimali yok
Sormadım
Soramam da
Zaten çekip giderler
Gelince zaman
İç içe geçince mevsimler

Sonra sıra bana gelir
Ağlarım
Kaybettiklerime
Ve hiç kazanamayacak olduklarıma

İnsan bir kere düşünmesin
Onlarca sebep kapında
Hayatın nasılda anlamsız
Hadi çekelim fişi
Görelim gerçeği

belki beraber*



gözlerimi kapıyorum
sana değil
hayata değil
karanlık bir odada
kör taklidi yapıyorum
nefeslerim düzensiz

dün
dünyadan ne istediysem
bugün de istiyorum
bugün de vermedi
belki yarın
heveslerim sahipsiz

uçurma kalbindeki kuşu
gelmeden uçurumun kenarına
özgürlüğün yükselmek değil
dibe batmak olduğunu öğrensin
belki beraber düşeriz

hiç unutanla bilmeyen bir olur mu?
hadi neleri unuttuğunu göster
üç bin kelime sırala
bu çizgisiz kağıda
alt alta
dünyanın kaderini
belki beraber çizeriz

şimdi kapa gözlerini
ve ilk aklına geleni söyle
ben ağlarsam üzülür müsün?
soruları geçelim
sen düşün
hatta düşünme söyle
vaktimiz dar
dünyanın gizemini
belki beraber çözeriz

şimdi beni dinle
sen
benim hayallerimdeki kadınsın
bense
senin hayallerindeki erkek olmayabilirim
bu ihtimali şimdilik geçelim
canımı acıtıyor
sonra
belki oturur benim için ağlarız

yine de 
sana bu haksızlığı yapmak istemem
kimse kimsenin kaderini çizmemeli
ama sen
bir kere öp beni
hemen burada öleyim
belli mi olur
belki beraber uçarız

6 Kasım 2014 Perşembe

büyümeyen çocuklar*

Hadi neyse deyip geçelim
Anlam veremediklerimizi
Erteleyelim, perdeleyelim
Bütün sorulara suçlu muamelesi yapalım
Saklamayalım kızgınlığımızı

Saatin kaç olduğuna aldırmadan
Şarkılar mırıldanan o küçük çocuğun kulağına fısıldayalım
Biraz hayattan bahsedelim, bilindik sonlardan
Hayallerinden çalalım biraz
Bize ne yapılmışsa zamanında, ona ödetelim

Hakkımızı aramak yerine
Hakkımızı o küçük çocuğun kalbine gömelim
Ağırlığına alışsın hayatın hem de bizi bu arayıştan kurtarsın
Hiçbir şey anlamadan her şeyini kaybettiğini bilmeden
Hüzünlü şarkılar mırıldanmaya başlasın
Yarınlar için gözyaşlarını hazırlasın

Her çocuk büyür büyür elbette
Ama önce ağlayacaklar aşka ve kayıplarına
Ellerinden kaçırdıklarına duyguların karmaşasında
Büyüyecek o küçük çocukta
Kulağında fısıltılar içinde sızıyla
Faili meçhul bir acıyla


3 Kasım 2014 Pazartesi

birkaç saniye sürdü bu*

Ona üzülmüştüm
Bir sokak köpeğine
Bir dilenciye üzülür gibi
Birkaç saniye sürdü bu

Ellerinden tutup
Her şey geçti demeyi düşünmedim
Hem hiçbir şeyin geçtiği yoktu
Hem de ben o kadar ileri gitmek istemedim
Birkaç saniye sürdü bu

Bana arkasını dönmüş koşarken
Yoldaki bütün su birikintilerine bastı nerdeyse
Bilerek mi yoksa dalgınlıktan mı anlam veremedim
O uzaklaşıyor sular da tekrar tekrar bulanıklaşıyordu
Birkaç saniye sürdü bu

Birazdan yağmur yeniden başlardı
Bu bir ayrılık sayılırdı sonuçta
O giderken gözden kaybolana kadar beklemiştim olduğum yerde
Sonra durulmuş su birikintilerini dansa davet ederek
Ben de koştum peşinden
Birkaç saniye sürdü bu

Bir şeyi olduğu gibi kabullenmek zor geliyor insana
Hep şimdi sırası değil diyor içimdeki ses
Hep çok biliyor, yanıldığını asla kabul etmiyor
Oysa bütün baş ağrılarının sebebi o
Bütün paranoyaların, yersiz telaşların
Ama sonra döndüm yine affettim onu
En yakın dostumu
Birkaç saniye sürdü bu

Yağmur başlamadı
Ben de koştum peşinden ama yetişemedim
İnsan birinden kaçsa ancak bu kadar hızlı gidebilirdi
Yok olmuştu adeta
İzleri silinmişti sokaklardan
Acıdım kendime
Bir sokak köpeğine
Bir dilenciye acır gibi
Birkaç saniye ancak sürdü bu


30 Ekim 2014 Perşembe

gündüz rüyaları tabirnamesi ve saçmalığın kalbine saplanan oklar*

Üçten geriye doğru say
Ve aç gözlerini

Dünyanın yok olma ihtimalini unut
Senin ondan önce ölme ihtimalini de
Bu konuları tamamen aklından çıkar sen en iyisi
Var olmaya kafa yor biraz
Var olmak yorsun seni

Üç adımda çıktığın bir merdiveni
İki adımda çıkmaya çalışma
Bırak
Olmaz işler uğruna günlerini feda ederken
Saniyelerin peşinden koşma

Saat her üçe geldiğinde
Sana dünyanın en beceriksiz insanı olduğunu hatırlatan alarmları
Sustur
Ters dön yatağında
Tavandaki dünya haritasından bir yer seç
Şuan orda olsaydın mutlu olacağını hayal et
İnandır kendini

Ve sonra kendine kız
Bırakıp gidemediklerin için
Devam et yanlışlara
Devam et bataklıktaki yarım adımlarına
Hadi gidebildiğin kadar uzağa

Yan yana üç ağacın gölgesinin
Birbirine eşit olması için
Aynı boyda olmasına gerek olmadığını kimseye söyleme
Saklı kalsın sende
Delinin şöhreti kara haberden de tez yayılır bu memlekette
Bunu da bir kara haber sayarsak işler tamamen karışır
En güzeli hepsini boş versene sen

Hem deliliğin absürt bir var
Kimsenin bakıp görmediklerini görüp hayrete düşmek
Ve bu hayret durumunu o kadar uzatmak ki
Herkesin senin baktığın yerine
Dönüp sana bakması
Ve yine bir şey görememeleri
Sen dışında

Zaten bana sorarsan
Delilik dediğin dikkatin bir şeye mıknatıslanması
Bir girdabın içine düşmesi insanın
Bir rüzgara kapılması
Birbirinden bağımsız olaylar silsilesi

Üçten geriye doğru say
Ve kapa gözlerini
Uyurken daha mantıklı rüyalar görüyor insan
Çok değil tamam
Ama bazen kanatlarımız oluyor en azından



20 Ekim 2014 Pazartesi

saksıda kırmızı domatesler*

Saksıda kırmızı domatesler
Balkonum iyi güneş alıyor
Birazda esse şöyle hafiften
Acının tadına varıyor insan

Alt komşum Adile Teyze
Yetmişine merdiven dayamış
Her ayın on beşinde emekli maaşını almaya gidiyor
Her seferinde yolunu kesiyorum
Bütün parasını istiyorum
Beni hiç tanımıyor
Kendimi tanıtıp yine şaka yaptığımı söylüyorum
Rahatlıyor bir daha yapmamamı tembihliyor
Tamam diyorum
Hiç sözümde durmuyorum

Karşı komşum Necla
Birbirine bakıyor yatak odalarımız
O hiç uyumuyor
Ben ona hep uyurken rastladığımı söylüyorum karşılaştığımız yerde
O hiç aldırış etmiyor
Solgun gülümsemesinden bugünlük payıma düşeni teslim edip gidiyor

Üst komşum Metin Bey
Kendisini hiç sevemedim
Çamaşırlarını kaç defa benim domateslerimin üzerine astı
Üstelik makinası eski
Ve yeterince iyi sıkmıyor
Önceden çalışırken bütün binayı sallıyordu artık sesi kısıldı oradan da anlıyorum
Hem zaten balkonum boşuna göle dönmüyor

Metin Bey’i gördüğüm zaman sadece merhaba deyip geçiyorum
Geçenlerde epeyi gürültü çıkardı gecenin bir yarısıydı
Bütün apartmanı ayağa kaldırmıştı
Ne yapar bu yaşlı yalnız adam dersiniz
Küvetini değiştiriyormuş
Sabah ustayla kavga etmiş göndermiş kendi işe girişmiş
Sormaya beni göndermişlerdi
O gün bugündür oda artık bana kızgın

Ama olsun büyüdü domateslerim
Artık kimsenin işine de karışmıyorum
Bana da ders oldu

Bu arada
Necla uyumaya başladı bir adam var
Kocasıymış eve dönmüş
Dört ay esir kalmış Suriye’de
Gazeteciymiş
Artık bırakır dedim
Bugün işe gitmiş

Adile Teyze bugün maaşını almaya gitmedi
Dün gece kalp krizi geçirmiş
Televizyonda oğlunu görmüş
Bir uyuşturucu operasyonunda içeri almışlar
Yazık kadına en son on yaşında elinden alınmış yavrusu kocasından boşandığı vakit
O zamanda zor öyle şeyler tabi
Yine de cesur kadınmış
Çok şükür iyi Adile Teyze
Oğlu da yanına gelmiş zaten
Bir yanlışlık olmuş suçsuzmuş

Balkonumun karşısında kocaman beton yığınları yükselmeye başladı
Sanırım gökdelen yapacaklar
Göğe bakmayıp göğe değmek isteyen insanlar
Balkonumu gölge ediyor ona üzülüyorum ben
Seneye şimdi benim balkonumda yeni kırmızı domateslerim olmayacak mı?
Yeni bir ev mi baksam?
Şimdi Metin Bey istediği gibi at mı koşturacak?
Eşkıya mı dünyaya hükümdar olacak dünya mı eşkıyaya
Bilemiyorum, karar veremiyorum
Hangisi daha tehlikeli?

16 Ekim 2014 Perşembe

uyandığın uyku değil bir rüyaydı*

Uyandığın, uyku değil bir rüyaydı
Kaçamak bakışlarla dolu bir balkon telaşı
Üstünü çizdiğin kelimelerin ikiye bölündüğünü gördün
Parçalanmalarını beklerken çoğalmalarını izledin

Bir merdiveni ikişer ikişer çıkarken saymayı unuttun basamakları
Her birine ölü bir güvercin gibi gömdüğün insanları
Kimsenin senden bir şey beklemediğini çok geç anladın
Herkesten bir şeyler beklediğine ise ikna edemedin daha kendini

Kuşların gökyüzüne âşık olduğunu uyduranlara hep kızdın
Herkes kendinde olmayanın peşine düşer deyip durdun
Ve senin bütün savaşların kendinde olmayanlarlaydı
Kazanırsam kendim olurum sandın, sadece sanmakla kaldın

16 Eylül 2014 Salı

ben anlatır dururum siz kulak asmayın Madam*


Bu ölüm gibi bir şey Madam
Sizi bir tek insan anlayabilecekken
Onun en uzağınızda olması
Yokmuş gibi yapmanız
Ve en olmadık zamanlarda hatırlamanız

Yağmurlar madam
Hiçbir zaman böyle yağmadı
Etimi parçalarcasına
Madam
Siz gittikten sonra bir bir kapandı kapılar
Bir daha hiç açılmadı

Şimdi zaman hep öğle sonrası Madam
Güneş utancından bulutların arkasına saklanıyor
İnsan Madam ne çok yanılıyor
Bir ağaçkakan gibi hergün kalbini delen hatıraların ucuzluğu
İnsanı ne çok yaralıyor

Siz şimdi büyük ihtimalle her şeyin
bu toz bulutu içinde kaybolup gitmesini umuyorsunuz Madam
Geçmişin paslanmaz çelikten kollarının
rüyalarda sarıldığından daha haberiniz yok
Bir nehri yüzerek karşıya geçmek maharet değil madam
Hangi tarafta hayatın seni beklediğini bilmek önemli olan
Dünya'yı uzun zaman önce boşvermişsiniz Madam
Yağan yağmurlara aldırış etmeyişinizden anlıyorum bunu
Ve hak veriyorum size
Dönülmeyecek yollar hiç yürünmemeli

7 Eylül 2014 Pazar

Eylül*

Henüz Eylül'ün başındayız
her şey sanki yeniden var olacak ve tekrar yok olmaya doğru yolculuğuna başlayacak gibi geliyor
bir diriliş olarak sonbahar hiç uygun değil
sonbahar isminden de anlaşıldığı gibi sonların mevsimi
ama iyi ama kötü biten şeylerin
son istasyona gelmiş bir tren
toplanmış mısır tarlaları

kimsenin gücünün yetmeyeceği şeyler var hayatta
üstelik bu öyle zamanı durdurmak falan değil
ütopyalar zaten hiç uğramıyor masamıza
birini sevmek ve onun da seni sevmesi gibi küçük şeyler
birbirine geçmiş sonsuz doğrunun kesiştiği noktalar gibi üst üste gelmesi iki kalbin koca evrende

çocuklar gibi ağlayası geliyor insanın böyle şeyleri mütemadiyen diledikçe
ve çocuklar gibi ağlıyor insan çoğu zaman bunları düşündükçe
ne borcumuz var ki dünyaya yükünü taşıyoruz şu incecik omuzlarımızda
ne istesek sırtını dönüyor görmezden geliyor bizi
ama bizim ne haddimize felegin çarkına çomak sokmak

yaşayıp gidiyoruz iki büklüm, tepe taklak
günlerin hesabını tutuyoruz bazen
bazen kendi haline bırakıyoruz her şeyi
denize yatar gibi sırt üstü
kaldırma kuvveti daimi midir?
aklımızın ucundan geçmiyor
ve unuttuğumuz ne varsa o uzun günlerin sonunda yakalıyor bizi
hayatın bitmek tükenmek bilmeyen öfkesi hayrete düşürüyor

ben düştüğümle kalıyorum, hayat ezip geçtiğiyle
beni, birtek sigara izmaritine karşı koyamayan küle dönmüş ormanlar anlar

6 Eylül 2014 Cumartesi

siz nasıl ölmek istersiniz?

Bir hızlı bir yavaş yürüyerek, altı boş kaldırım taşlarının sesleriyle geceyi bölüyordu. Tam bu sokakta, çok değil bir kaç gün önce, arkadaşı evine giderken yol kenarındaki inşaattan kafasına cam blok düşüp ölmüştü. Aklına o geldi birden. Tam da o yerde durdu,  yukarıya doğru baktı, kimseler yoktu. Aklından onca şey geçti. Şuan kafasına bir cam blok düşmesi dahil. Ama hiçbiri olmadı. İnsanın, kafasından bir şeyler geçirip, oturduğu yerden onların gerçekleşmesini beklemesi çok garip değil mi? Olur belki bazen ama mutlaka kötü şeyler olur, iyi şeyler emek ister.

Şimdi burdan sonra eve gidecekti. Geçip koltuğuna oturacak ve kara büyücünün karşısında bir vakit vicdanının ayarlarıyla oynayıp, tarafını seçmeye mecbur bırakılacaktı. Herkes taraf olmalıymış böyle bir dünyada. Dünya'yı tanıyan kimseler üzerine çok düşünmüşler belli. Ama bu bildiğimiz iyinin kötünün savaşı değil. Güçlü ve zayıfın savaşı her şey gibi bu da değişti. Ve insanlar tarafını seçmek konusunda eskisi kadar çok düşünmüyor.

Daha fazla duramadı. Ordan ayrıldı. Her an bir cam blok altında can verebileceği korku tünelinden. Birkaç sokak ötede ki evine varana kadar hayatta kalmak için, serengeti kırsalındaki av hayvanları gibi gözünü dört açmalıydı. Bir çatı uçardı belki kafasına, belki freni boşalmış bir kamyon karşısında. Ölümlerden ölüm beğenme şansı dahi verilmiyordu bu ülke insana.

İnsan böyle bir olay yaşadıktan sonra, bütün bu ihtimalleri istemeden de olsa düşünüyor, sanki sende onun gibi saçma bir şekilde ölecekmişsin gibi geliyor. Ve bu ölümler çoğunlukla insanı ölümden korkmaya teşvik edecek cinsten oluyor. Ölümden korkmak ve böyle bir hayatı kabullenmek ise delilik sayılmalıydı.

İkinci sokakta sigarasını yaktı. Bu hep böyledir, alışkanlıklarına bağlıdır. Sigarası tam apartman kapısının önünde biter ve o da kapının kenarındaki çöpe atardı. Bu düzenli bir insan olduğunu düşündürmesin size. Yalnızca takıntıları var. Kapalı alanda sigara yasağından beri böyle.

Evin sokağındaki büfenin önünden geçerken içeri baktı. O yok. Bu saatte hala açık. Abisi var kasada. Cam bloklu inşaatın arsasını satan abisi. "Kardeşin senin yüzünden pisi pisine gitti lan" demek geçiyor içinden. Sonra vazgeçiyor.  Ne alaka lan cevabı alması muhtemel. İnsanlar o kadar ince düşünmüyor. Bir kaç bira alsam mı acaba derken kendine geliyor. "Böbrek taşı böbrek taşı dedin gömdün her gece. Düştü sonunda. Daha ne habire bira bira" diye kendini azarladı. Bu oyalanma yüzünden sigarası sokağın ortasında bitti. Sokağa çöp atmayı hiç sevmez. Ama yere atıp şöyle ayağının ucuyla iyice eziyor. Sokarım çevresine, benim hayatımı bok götürüyor.

17 Ağustos 2014 Pazar

geceye toplu iğne ile tutturulmuş hayaller*

   Bir yanlışa onlarca kez düştüğüm oldu. Kimse dönüp de sen aptalsın demedi. Bende aptal olup çıkmadım onlar dememiş olsalar bile. Ama iyi ama kötü onların demediği birçok şey oluyoruz. Onların anlatıp durduğu birçok şey olamıyoruz. Onlar işleri güçleri hayatın monotonluğunun boğazlarına attığı zincirden kurtulmak olan insanlar, oturup başka kaderler yazıyorlar bizlere. Bizde yaşamak isteriz elbette onları seve seve. Ama hayat işte, bildiğin cam fanus içinde süs balıklarına çeviriyor insanı. Dışarısı ölüm, içerisi açlık, esaret.

  Bana kalsa ben bir uçurtma dükkanı açarım. Renk renk uçurtmalar yaparım orda, sabahtan akşama. Bir taburem olur birde yandaki kahvehaneye beni bağlayan diyafonum. Müşterilerimin pek çayla işi olmaz ama ben severim. Müşterilerim dedim ne kadar iyimserim aslında hiç mizacım değil belli ki olacak bu iş. Hem küçük bir çocuk olsam ben ve bir uçurtma dükkanı olduğunu öğrensem orayı görmek için –tabi birde uçurtma almak şartıyla- bütün oyuncaklarımdan vazgeçerdim. Gerçi sonra pişman olurdum ben. Çünkü hep öyle olur. Ama uçurtmama sarılıp uyumayı da ihmal etmezdim. Aslında ben küçükken bir uçurtma dükkanı olduğunu öğrensem sadece hayal ederdim.

  Annem yalan konuşma diye azarladı kaç kere. Ama gerçeklerin ne kadar acıttığını bilmiyor mu? Ondan önce öğrenmiş olduğuma inanmıyorum. Kim annesinden önce hayatı öğrenebilir ki! Tamam, uçurtma dükkanı falan açmazdım. Yapamam becerikli falan değilim bıraksan uçurtmayı uçurmayı bile beceremem. Bu dünya iyi yaptığım her şey iki elimin parmaklarına sığar ve en fazla on metre ötede benden daha iyi yapan birileri çıkar. Bu aralar fazla iyimserim. Kendimi sevmediğimi çok belli ediyorum bazen böyle oysa bencillik anadilimin en öncelikli kelimesi, bencillik ulaşılması gereken mutlak mertebe. Hem kendime ihanet ediyorum hem de acı çekiyorum. Yirmi birinci asrın ortanca gereksiz insanıyım. Asla enlere layık olmadım.


11 Ağustos 2014 Pazartesi

bir süre sırt üstü*

Saat gecenin bir yarısı, evin bütün pencereleri açık; içeride sabrina kasırgasına yakın bir cereyan var. Masadaki kâğıtlar havada uçuşuyor. Bayılıyorum bu sese. Dışarısı gerektiği kadar sessiz, ben haddinden fazla yalnız. Dünya dengede.

Eğer yatağımdan kalkarsam, evin içerisindeki rüzgar beni duvara yapıştırabilir diye korkuyorum. Öldürdüğüm sinekler gibi ölmek istemiyorum. Hangi ara yatağa girdim, hangi ara uykuya daldım hatırlamıyorum. Uyuşturucu hiç kullanmadım ama uykusuzluğu şiddetle tavsiye ediyorum. Sanırım yine tükendiğim bir ana denk geldi, ayakta uyudum ve uyurgezer olarak yatağıma gittim.

Ama uyumamalıydım. Masada yarım duran bir kitap, karalanmış kağıtlar ve soğumuş bir çay var. Telaşına düştüğüm daha birçok şey aklımın yarısından fazlasını meşgul ediyor. Dünya'dan uzaklaşıp kitaplara daldıkça, daha da içine düştüğümü hissediyorum. Hayatın acımasızlığı ve belirsizliği karşısında, kurgunun kusursuz ilerleyişine hayran kalıyorum. Mesela, kimse birden çıkıp intihar edemiyor. Tanrıcılık oynamayı seviyorum sanırım. Her şeye kulak kabartmayı, her şeyden haberim oluşunu. Bir karar vermek zorunda kalmayışımı, mutlak kaderi seviyorum.

Kalkıp pencereleri birisi kapatsın ne olur. Şuan bunun için hayatımı birisiyle paylaşmaya razı olabilirim. Diğer hiçbir şey umurumda değil. 

Felç olmuş gibi hissediyorum, bütün vücudum karıncalanıyor. Allah’ım ben neden bir türlü deliremiyorum. Bana sırtını dönmeni anlıyorum. Bir yaradanın eserinden memnun olmaması kadar sıradan bir şey yok. Belki de artık ben bu durumu kanıksadım. Ama dinle beni belki ikimizde memnun kalabiliriz. Delirmek diyorum, bana çok yakışır. Her şeyi, herkesi unutmak, bütün değer yargılarından sıyrılmak. Üç gün, üç gece çırılçıplak gezmek istiyorum. Delilik sonrası için planlar yapmak ne kadar akıllıca? Allah’ım yoksa? Yoksa lütfuna mı erdim? Hayatıma bir deli olarak mı devam ediyorum şimdi? Ya kimse bana inanmazsa? Birazda umursamazlığa ihtiyacım olacak sanırım.

Hala aynı yataktayım. Kalksam iyi olacak ama pencereleri kim kapatacak? Kapılar birer birer çarpmaya başladı. Hayat bir korku tüneli demiştirim her zaman, şimdi sahiden içindeyim. Kapımın zili olsaydı keşke, bir yolda kalmışı misafirim olarak kabul edebilirdim. O durumda, o cesareti gösterip zili çalan bir insanı geri çevirmek yüzsüzlük olur zaten. Ama yok. Ne kapımın zili, ne üzerinde ismim. Fazla iz bırakmadan dünyaya, silinip gitmek istiyorum. İntiharı desteklemiyorum. Katil paradoksuna çok kafa yordum. Belki de bu paradoksu sadece ben biliyorum.

Bir insan kendini öldürürse, katil olmuyor sanırım. En azından kanunlara göre öyle. İntihara teşebbüsten hapis cezası alan görmedim daha. Hem adı da intihar zaten. Başka bir şey.  Ben katil demekten kendimi alamıyorum. Bir insanın, onlarca insanın hayatındaki yerini düşününce ve o yerlerin boşaldığını, herkesin biraz daha sevgisizleştiğini birden katil oluveriyor. Ama o yeri edinmek için didinmiş, insanlara yaranmak için çalışmış ama başaramamış, o sevgiyi bir türlü elde edememiş insanları düşününce paradoks başlıyor. Katil kim? Ben katil olmak istemiyorum, intihar etmekte. Delirmek ve fütursuzca yaşamak istiyorum, ömrümün geri kalanını.

Yeniden uykum geliyor. Pencereler artık umurumda değil, kim kapatırsa kapatsın. Bütün müsveddeler yerlere saçıldı zaten. Üstüne sayfa numarası yazmayı akıl edebildiğim için mutluyum. Seksen beş yıl aradan sonra bu kadar küçük bir şeyle mutlu oldum. Oda uyuyunca geçer. Aklınıza mukayyet olun, öyle her yerde oynatmayın. Işıkları kapatın.

30 Haziran 2014 Pazartesi

Aklını kaçıran geçmişi kovalar*

Beynimin içinde filler tepiniyor
Hiç bir şeye tahammülüm yok
Kalbimden aklımdan geçen her neyse
Geçip gitsin
acının zamanı değil

Dünya üzerinde hesaba çekilmek istemiyorum
Bir ben mi suçluyum cümlesini kendime yakıştırmıyorum
O çaresizliğin içine düşmek istemiyorum
Çekin vurun beni af dilersem

Kendimden utandığım gün
Ölmek için geç kalmışım demektir
Ben her şeye geç kalırım bilinir
Ama bilinmekte bir ölümdür
Aklın başındayken delirmeyi becerememekte

Siz beni öldü saymayın yine de
Kağıtların üzerinde ve beynimin içinde böyle,

milyonlarca kez öldüm
Binlerce kez dirildim
Binlerce kez delirdim
Ve sevdim

Şimdi o ince çizginin üzerindeyim
Gerçek penceremi tıklatıyor
Kapım ardına kadar açık
Ağzımda dilim var dilimde sözüm
Nasıl oluyorsa sesim yok
Beni şimdi öldürün
Sessizken ve kimseyi beklemezken

25 Haziran 2014 Çarşamba

adı konulmadığı ayrılığın bir piç gibi*



Adını henüz konulmadı ayrılığın
Bir piç gibi kuytu köşelerde büyütüyorum
Oysa senin ayıbın
Ama yakıştıramıyorum sana
Kalbimi parçalayıp kuşlara attığına inanmak istemiyorum
Bazen artık bitse diyorum
Bitse gitse
Kötü bir çocukluk anısı gibi silinse
Her şey normale dönse
Monotonluktan zevk alsam yine
Aşkı hiç tatmamış olsam
Kalbimi paslı zincirlere vursam
Aç bıraksam karanlık odalarda
Sesine hiç kulak vermeden bildiğimi okusam
Yanılsam pişman olsam
Ama sana rastlamasam
Hayatıma bir anda girip
Barış güvercinleri gibi serbest bırakmasan beni
Halinden memnun bir köle olarak kalsam
Ölsem gitsem kendi içimde
Razıyım buna şimdi razıyım
Sen uzakken
Sen imkansızın kasabasından birkaç ay önce geçmişken
Kalbim acırken
Susmak yersiz bilip, dişlerimle dudaklarımı parçalarken
Uyumak yerine küçük meyve fidanlarını düşünürken
İyice hayalperest olup çıkmışken
Razıyım şimdi
Kelebeklerin ömrü kadar aşka değer biçilmezken


14 Haziran 2014 Cumartesi

yokuş aşağı son hızla*

Bilmediklerimin peşinde koştukça
Emin olduklarımdan vazgeçtim
Kuşandığım silahlarım ve eksik yanlarım
Ben hiç hazır olmadım
Dünya savaşına

Paslı yangın merdivenleriyle tutundum hayata
Hep yanlış yerde durdum
Havada kaldı söylediklerim
Hep başkalarına kulak verirken insanlar
Bir tek beni hayattan soğutmakta başarılıydılar

Kaçmak zorunda kaldım mecburen onlardan
Hem eksik bile sayılmazdım kalabalıkta
Zaten aklım yeterince karışık bu ara
Kimse öyle umurumda değil fazla
Geçmişim bataklığa dönüp durmasa

Ne zaman daralsam aklım denizde
Sanki hiç yok gibi çare
Ağlamak istiyorum özgürce
Dert değil görsün kim görecekse
Son bulur belki
Yarım kalan her şey bu gece

Tükendim artık tükendim günden güne
Nasıl derler en büyük zararım hep kendime
Keskin sirke küpünü kaç yılda deler bilmemde
Benim çok vaktim kaldı sanmam
Sanmam bu kez atlatamam



4 Haziran 2014 Çarşamba

ne garip adam*




  Yine alarm çalmadan beş dakika önce kalkmış ve akşamdan ocağın üzerine koyduğu çay suyunun altını yakmıştı. Bununla kalmamış alarm çalana kadar takım elbisesini giymiş ve dolapta bağlanmış şekilde hazır duran kravatlardan birini seçmişti. Seçmişti derken hafta başında günlere göre ne giyeceğini sıralayıp öyle astığından o günün kravatını bulmak kalmıştı sadece. Böyle yaparak aklın sıra sabahları en büyük zaman kaybını yaratan ne giysem derdini ortadan kaldırmış oluyordu. Oysa bütün bunları planlayıp hazırlamak için zaten topu topu iki gün olan hafta sonu tatilinin bir gününü harcıyordu. Bir sabah çay suyunu ocağa koymuş ve giyinmeye içeri geçmişti o sıra tüp bitmişti. Dönüp geldiğinde suyu aynı halde bulunca başına geleni anlamış ve küçük çaplı bir sinir krizi geçirmişti tabi ona göre. Evet, küçük çaplı biten tüpü üçüncü kattaki evin balkonundan aşağıya atmıştı. O gün bugündür balkonda iki tane yedek tüp bulundurur. Haliyle böyle bir hayatı başka biriyle paylaşması olanaksız. Onunda çok dert ettiğini sanmıyorum en son ilkokulda silgisine kalp çizip ona veren kızı annesine şikâyet etmişti. Öğretmenine bir şey söylememişti hiç söylemezdi istemsizce himayesine girdiği insanlardan nefret ederdi. Annesini ve babasını ise bu listeye hiç dâhil etmezdi bir kaç kez denemişti aslında özgürlük meselesine kafayı taktığı vakitler. Sonra hayattan kaçış noktası olarak ailesini görmüş ve sınırsız özgürlüğü onlara sunmuştu hayatına müdahale anlamında. Özgürlüğünün kısıtlanmasına kendisi razı gelmiş bunun erdemine inanmıştı.
  On beş dakika içinde apartmandan çıkmış arabasına bile binmişti. Tam apartmanın girişine park ederdi merdivenin önünü kapatıyor eve giremiyoruz diye kaç kez uyarmışlar ama duymazlıktan gelmişti. En sonunda laftan anlamayacağına kanaat getirmiş olacaklar ki arabanın bütün lastiklerini kesmişlerdi. Arabayı o halde gördüğü anda kan beynine sıçramıştı onu her gün uyarmaya gelen adamların evlerini tek tek bulmuş ve camlarını taş yağmuruna tutmuştu ama hiç isabet ettirememişti. Normal bir çocukluk yaşamış olsa en az beş cam garantisi vardı ama onun gibi biri için bu sonuç normaldi. Hayatta en büyük cezanın dolmuşlar olduğunu düşündüğünden binmedi işe geç kalması umurunda değildi bazı şeyler daha önemliydi. Yürüyerek gitmeye karar vermişti işe öğleye ancak varacağını bilerek. Yolda servisi aramıştı arabanın durumunu anlatmış yerinden oynatılmadan evin önünde değiştirilmesi konusunda anlaşmıştı hem diğer türlüsü pek mümkün değildi zaten olsa da bir ton masraf. İşe geç kalmıştı evet bunu da yapmıştı o gelene kadar cebini arayan hiç kimse olmamıştı. Belli etmese de içerlemişti buna ne kadar içinde buz dağları olsa da insandı sonuçta.

  Geçti masasına her zamanki gibi gözlerini kapadı bütün olanları düşündü haksızlığa uğradığını düşünmek istiyor ama bir türlü başaramıyordu. Yaşadığı suçluluk duygusunu bir türlü atamıyordu üstünden. Hayata karşı hep tek başınaydı bundan hiç şikâyet etmemişti şimdiye kadar kimseye ihtiyacı olmadan yaşadığı için kendisiyle gurur bile duyardı. İnsanın kendisiyle gurur duyması ne büyük aptallık değil mi. tam o düşünceden hayale doğru yol alırken kapısı çalındı. Sekreter elinde bir yığın klasörle odaya dalmak için bekliyordu. Bütün elleri doluydu kapıya nasıl vurmuştu. Sormadı hiç sormazdı. İmzalaması gerekenleri imzaladı okuması gerekenleri kenara koydu bugün kendine vakit ayırmalıydı bu yoğun tempodan ilk kez sıkılmıştı. Bir kahve getirmesini söyleyip çıkmasına müsaade etti. Çıkarken arkasından baktı. Güzel kadındı ama onun sekreteri olmasına rağmen bilgi işlemin müdürüyle yatıyordu. Bilgi işlemin sekterinin kim olduğunu bilse işler çözülecekti ama bu pek mümkün değildi. İş yerinde odasından pek çıkmazdı. Odayı oyun parkına çevirmişti. Bir rakibe ihtiyaç duymadan oynanabilecek ne kadar oyun varsa bu odadaydı. kapısının arkasında dart tahtası vardı en çok onunla vakit geçirirdi. Geçenlerde odaya hızlıca dalan stajyer gözünü kaybetmek son anda kurtulmuştu fişek tam kapının köşesine saplanmıştı. Elbette stajyerin işine son verdi isabet etseydi her şey farklı olabilirdi ama etmedi artık onun söyledikleri olabilirdi. Kahvesini getirdi sekreteri ve ağlıyordu fincanı hızlıca masaya bırakıp kapıya yöneldi sorularla muhatap olmak istemiyor gibi yapıyordu ama hepimiz adımız gibi biliyoruz ki bütün sorulanları cevaplayacaktı. Koltuğundan yavaşça kalkarak seslendi koltuğa oturttu yanına ilişti ve cevabını bildiği soruları sıralamaya başladı. Terk etmişti bilgi işlemciyi aslında evliymiş nasıl anlamadım diye ağlayarak odayı inletiyordu. Ben söyledim demek istiyordu ama hiç söylememişti böyle olmasını istiyordu sanki bu anın yaşanacağını biliyor yaşanmasını istiyordu. Ve yaşanıyordu. Yüzünü kendine doğru çevirdi gözyaşlarını sildi ve bu öğlen birlikte yemeğe gideceklerini söyledi şaşkın şaşkın bakıyordu artık az önceki sulu gözlü kadın. Elleriyle yaşlarını sildi kapıya kadar ellerinden tutarak götürdü. Öğlene kadar eski haline dönmesi gerektiğini yoksa sonsuza kadar ağlayabileceğini söyleyip gönderdi. 

30 Mayıs 2014 Cuma

mutlu sonlara inat*

Gömelim gel seni kalbime desem sığmazsın
Hem sonra kazma kürek falan sıkılırım ben
Sen zaten haline dünden razı
Sen zaten halimden habersiz

Sabahları bir kuş uçar penceremden sebepsiz
Ben aptallığıma yanarım, sen sessiz

İnsanlar çift yaratılmış derler
Bir tek sen söz olduğunda katılmıyorum buna
Sen eşsizsin
Tanrının yüz binlerce yıllık birikiminin eserisin

Akşamları bir kuş konar pencereme sebepsiz
Bir yağmur başlar batmakta olan güneşe inat

Bir ses çınlar kulağımda, sahibinden uzak
Geceler kördüğüm aşkla, geceler tuzak
Sorular yeminleri bozar
Sorular kanatları hırpalar
Uçmaya küser kuşlar
Bir masal daha biter
Mutlu sonlara inat



29 Mayıs 2014 Perşembe

Kötülük kadar ilahi adalette daim olsun*

   Yağmur bugün ara vermişti. Evinin çatısı üç gündür aralıksız damlatan Mahmut Efendi; yağmur suyuyla dolmuş plastik kovaları boşaltılıyordu. Emekli olmaktan artık nefret ediyordu. Kocasından önce ölen kadınlar ettiği gibi. Nalan hanım öleli iki yıl olmuştu. Yine böyle ilkbahar yağmurlarının bastırdığı vakitte birden bire evin ortasında yere yığılmış, ambulans yetişmeden ölüp gitmişti. Mahmut Efendiyi bir başına bırakmış ve gitmişti. Emekliliğinin daha ilk yıllarıydı tam rahat yaşama vakitleri yani ama Nalan Hanım gitmişti. Mahmut Efendi çok sarsıldı bu olaydan sonra, dile kolay 35 yıldır sabah aynı saatte uyanan, aynı saatte karşılıklı kahvaltısını yapan iki insandan birisi artık yoktu. Giden gitmişti de kalan her zaman olduğu gibi hayatın tokadını yemişti.
  
   Nalan hanımı toprağa verdikten sonra emekli maaşları için bankaya gitmek dışında hiç evden çıkmadı Mahmut Efendi. Bakkalın çırağı onun sayesinde küçük yaşta zengin oldu çıktı. Verdiği bahşişleri duyan diğer bakkal çıraklarının ağzı açık kaldırdı. Ama yapacak bir şey yoktu başka bir yerden alışveriş yaptığı görülmüş şey değildi. Bahşişleri toplamak için memnun bakkala çırak olmak gerekti. Tabi bunun için önce Hasan'ın işini bırakması lazımdı. Ama kim altın yumurtlayan tavuğu satardı ki Hasan'ın böyle bir şeye hiç niyeti yoktu. Ama küçük mahallenin küçük serserilerinin de bu işin peşini bırakacağı yoktu. Mahallede Hasan'ı çok kez sıkıştırmışlar tehdit etmişlerdi. Bir kaç kez de bahşişlerine el koydukları olmuştu. Hasan paranın sıcak yanına sarılıp bütün olanları sineye çekmişti. Küçük serserilerin şefi Geri dur metin Bakkalın akrabasıydı bu iş için çok dil dökmüş ama Hasan'dan memnun olan memnun amca yüzünden istediğini alamamıştı. Ama biliyordu Hasan işi bırakırsa yarını işe çağrılacak olan kendisiydi.
  
   Bir hafta sonu, akşamüzeri futbol maçı sonrası terli terli bakkala koşulup gazozlar içilmiş, Hasan'a tehditkâr tehditkâr bakılmıştı. Geri Dur Metinin gözü Hasan'ın cebine ilişmişti. Bozuk paralardan delinmek üzereydi sanki. O an karar verdi bu iş onun olmalıydı. Küçük serseriler çetesini topladı. Evin merdivenlerinde oturup planlarını anlattı. Aslında sadece onun planıydı ama yaş ihlali yapıp soysuz piçleri izlemiş bu aptallar anlatılanlardan zevk alıyordu. Hasan'ın evinin hemen önünde ki rögar kapağını gevşetilecek. Sabah okula giderken Hasan evinden alınacak ve farkında olmadan rögarın üzerine basması sağlanacaktı. Böylece muhtemelen bir kaç kırıkla atlatılacak bir kaza yaşanacak ve Geri Dur Metin iş sahibi olup bahşişleri cebine indirecekti. Mahallenin vergi rekortmenleri arasına girmiş bir yüz ifadesiyle planı onaylattı çetesine. Oysa vergi verecek bir tip hiç değildi. Tahmin etmesi zor olamamalı.

   Sabah her şey normal seyrinde ilerlemiş, geceden gevşetilen kapağın yanından pis pis bakarak geçilmiş, Hasan'ın evinin kapısına vurulmuştu. Hasan kapıyı açtı sol ayağının bağcını bağlarken "hadi okula" dedi Metin. Bu zamana kadar böyle bir şeyle karşılaşmamış olan Hasan şaşırdı. Ama bunun bir barış mesajı olabileceğini düşünüp “tamam” dedi “gidelim.” Anne ben çıkıyorum kahvaltımı bitirdim diye bağırdı mutfağa doğru. “Tamam, oğlum” sesini kapıyı kapatırken aralıktan duydular.

   Hasan'ı ortalarına almış Metin ve Çetesi el şakaları yapıyormuşçasına rotayı ayarlıyorlardı. Beş on adım derken Hasan planı başarıya ulaştıracak adımı attı, kapağa bastığı gibi bağrış çığırış düştü içeri. Kemik sesleri falan geldiği yoktu. Hayatın ses efektleri zayıftı ama zafer sarhoşluğu bunu gölgede bırakmaya yemişti. Metin o ilk heyecanı atınca hemen Hasanların evine koşup durumu haber verdi. Annesi koştu geldi itfaiyeyi çağırdı onlarda ambulansı. Hasan'ı sakinleştirmeye çalışan yine Metindi. Çabası takdire değerdi, gerçek her ne kadar yüzüne tükürse de.

   Hasan hastaneye gitti, Metin okula. Akşam olmak bilmiyordu. Aklı hastanede, aklı bakkaldaydı. Son zilin sesiyle beraber sırasından fırlayıp sınıfın kapısını kırarcasına itip çıktı. Vardığı yer hastane değil bakkal olmuştu. Cenaze dolayısıyla kapalıyız yazıyordu kapıda. Olacak iş miydi şimdi tam da çırak olmak için yaptığı planlar başarıya ulaşmışken. Çantasını sırtından çıkarıp yerde sürüye sürüye eve doğru yürümeye başladı. Yaşadığı hayal kırıklığını anlatmaya kelimeler yetersiz kalırdı, cam kırıkları belki.

    Köşeyi dönünce kalabalığın olduğu ev çok tanıdık gelmişti ama inanmak istemiyordu o buna. Babası seslendi tam arkasını dönüp koşmaya niyetlenmişken. "Mahmut Amcan ölmüş oğlum bu sabah kalp krizi geçirmiş"
   "Baba ben tanımıyorum ki o kim hiç görmedim bile" dedi kurtulmak istedi oradan. Başını alıp gitmek istiyordu şehirden. Hasan aklına bile gelmiyordu kaybettiği altın yumurtlayan tavuğun derdine düşmüştü. Daha bu yaşta esaslı bir kötü olmayı başarmıştı bu çocuk.

   “Yarın okuldan sonra bekliyorum” dedi bir ses kalabalığın arasından. Küfretmek istiyordu ama ortam hiç müsait değildi. Lâ havle çekti dertli dertli. Hiç âdeti değildi oysa. Babaannemden alıştım kesin diye geçirdi aklından. Ama ortama daha çok uydu. Memnun amca elini metinin omzuna koymuş babasına olaydan bahsediyordu. Gelip ondan iş istediğiyle Hasan'ın başına gelenden girmiş, Metinden daha mı iyisini bulacağından çıkmıştı. Babasının bu işe sıcak baktığı yüzünden belliydi. Metin matkap olup yerin dibine girmek istiyordu ama sıra Mahmut Amcadaydı anlaşılan ona daha vardı. İş üstüne kalmıştı Mahmut amca dışında kimsenin bahşiş falan vermediğini düşününce tam anlamıyla böyleydi.
  Hasan'a geçmiş olsun, Mahmut amcaya Allah rahmet eylesin, Geri Dur Metine kolay gelsin. Kötülük kadar ilahi adalette daim olsun. El Fatiha