9 Aralık 2014 Salı

bitkisel hayat*




“Aç şu kapıyı aç sadece konuşmak istiyorum. Sadece meraktan bu lanet olası hayat verdiği her güzel şeyi geri almakta neden bu kadar acele diyor?”

Çılgınlar gibi bağırıyordum kapısının önünde. Sokak bomboştu. Normaldi bu saatte. Saate ise en son evden çıkarken bakmıştım biri çeyrek geçiyordu. Evden çıkılması değil eve girilmesi gereken bir saatti. Belki de ikisi içinde geçti.

Hava da buz gibiydi. Üstelik soğuktan nefret ediyordum. Ama bu gece önceliklerim başkaydı. Sokaktaki evlerin ışıkları bir bir yanmaya başlamıştı. Kuduz bir köpek gibi hissettim o anda. Kendimi mahvetmiş olmam yetmiyormuş gibi insanlarında huzurunu kaçırmıştım. Ama bütün bunlar olmalıydı. Herkes farkına varmalıydı yaşadıklarımın. Halime üzülmek ya da hor görmek onlara kalmıştı.

Deli gibi yumruklamaya başlamıştım kapıyı. İçeriden çıt çıkmıyordu. Duvarlarla konuşup duruyordum. Bu kadar derin bir uykuda olması mümkün değildi yanağına bir öpücük kondurulduğunda gözlerini açan birinin. Sanırım fazla yorgundu. Hayır, iyimserliğe yer yok bu tabloda. Biliyorum o karanlık odasında perdenin kenarından beni seyrediyor ve bir kere daha lanet ediyordu bana rastladığı güne. Ve ben bütün bunları bildiğim halde onu sevmeye devam ediyordum. Çünkü bir aptalım. Çünkü yalnızca aptallar kendinden vazgeçer.

Biraz yorulmuştum. Oturdum soğuk merdivene. Ne yapacağım konusunda en ufak fikrim yoktu. Burada yıllarca oturabilirdim. Elbet bir gün dışarı çıkar ve bana buradan gitmemi söylerdi. Yapardı bunu. Biraz acımasız bir kadındı. 

Birden önümde bir karanlık oluştu. Biraz bana benziyordu, dağınık saçlarından anladım. Evet, bu gölgemdi. Evet, ışıklar açılmıştı ve merdivenlerdeki ayak seslerini duyabiliyordum. Yavaşça açtı kapıyı. Arkamı dönmedim. Görmeye henüz hazır değildim. Belki de yalnızca gelip yanıma oturmasını düşünüyordum o sıra.

“Git burdan” dedi.

Benim ve sokakta ışığını yakmış evlerdeki herkesin beklediği gibi. Gölgesi gölgemin hemen yanına düşmüştü. Ne kadar da yakışıyorduk. 

Biraz daha bekledim. Ne kadar inatçı olduğumu bilirdi ve ısrar etmek onun en sevdiği şeydi.

“Neden anlamak istemiyorsun. Her şey biter. Bu dünyanın sonu değil. Diğerleri olmadığı gibi”

Soğukkanlılığına her zaman hayran olmuştum. Ama bu kadarını bir insan olarak tahmin etmem biraz zordu. Dünyanın dönmeye devam etmesi için birkaç kelime etmem gerekiyordu. Ya da ben kendimi öyle ikna ettim.

“Senin bu yönüne hayranım. Hiçbir şey seni yaşamaktan alıkoyamıyor. Karşında kıyamet kopuyor ama sen bir saksı bitkisi kadar sakinsin.” Arkama dönmüyordum. Dönersem hemen buraya gömülmem gerekti.

“Anlamıyorsun saksı bitkisi olan sensin. Yaşamak için hep birine ihtiyacın olduğunu hissediyorsun.”

Doğru şeyler söylüyordu aslında ama konuşmaya içerde devam edemez miydik? Artık ondan nefret etmediğim için soğuk ilk sıradaki yerini devralmıştı ve ben donmak üzereydim.

“Bence bana bir kahve ikram etmeli ve bu konuşmaya içeride devam etmeliyiz. Yoksa birkaç dakika içinde donmuş olacağım için bu konuşmanın sonunu asla göremeyeceğiz.” Onun kadar soğukkanlı olduğum için kendimi tebrik etmeliyim belki ama sonra.

“Bana bir söz vermelisin. Önce beni dinleyecek ve sonra gideceksin. Senden bana hak vermeni beklemiyorum, beni bağışlamanı da. İstediğini düşünebilirsin. Ama bu gece burada her şeyin biteceğine söz ver.”

Tanrım kadınlar kesinlikle aşık olamıyorlar. Ve bir vicdanları olmadığına artık eminim. Çocukları dışında kimseyi sevemez mi bunlar? Bir erkek bu konuşmayı yapmaya kalksa beşinci saniyesinde kendini öpüşürken bulurdu. –hala geç kalmamış olabilir miyim?- Tamam demekten başka çarem yoktu. Kuduz bir köpek gibi sokaklarda ölmek istemiyordum. 

“Tamam” dedim.

Ben arkamı döndüğümde o çoktan içeri girmişti. Yavaşça kalktım. Buza dönmüş bacaklarımın hareket kabiliyeti zayıflamıştı. Altı üstü iki merdiven çıkacaktım ama büyük bir savaş olacağını anladım. İlk adımı attım o kadar da zor değildi. Hayatta bir şey de beklediğim gibi olsun. Neyse sırası değil şimdi. İçeri girdim, kapıyı yavaşça kapattım. Mutfaktan sesler geliyordu. Kahve konusunda ciddi olmadığımı anlamamıştı demek ki. Olsun bu ilk değildi. En sevdiğim yere geçtim oturdum. Ne zaman gelsem buraya oturur, onun mutfağa gidiş gelişini izlerdim. Sofrayı öyle bir hazırlayışı vardı ki sanki çabuk bitmesin isterdi. Her şey için ayrı ayrı sefer ederdi mutfağa. Bir yağlı boya tablosuna küçük fırça dokunuşları. Sonra okuyor gibi yaptığım kitabımı –o bunu hiç bilmedi- elimden alır ve kolumdan tutup sofraya götürürdü. İşte yine geliyor. İki bardak var elinde kendine de yapmış demek ki. Ve bu sefer fazla uzatmıyor tek seferde bütün resim tamam. Kocaman paçaları olan hayli bol pijamasıyla ve Mickey Mouse tişörtüyle harika görünüyordu. Aceleyle giyindiği çok mu belli? Saçları berbattı. Sanırım onu hiç böyle görmemiştim. İlişkimiz bittiğinden artık önemsemediğini düşündüm. Ya da sadece aynaya bakmaya vakti olamamıştı. İkinci seçenek daha akla yatkındı. Çünkü gözleri hala rüyalar âlemindeydi. Kahvemi orta sehpasının üzerine bıraktı. Karışıma oturdu. Önceden bardağı elime verir ve yanıma sokulurdu. Aradaki uçurum sanırım normaldi. Artık iki yabancıydık.

Kahvesinden bir yudum aldı ve konuşmaya başladı. Umarım uyumam.

“Senin en büyük sorunun ne biliyor musun? Kabullenemiyorsun hiçbir şeyi. Bana anlattığın her şeyi hatırlıyorum ve hepsi aynı kapıya çıkıyor. Bir yanılsamanın içinde yaşıyorsun. İnan bana Disney karakterlerinden bir farkın yok. Şimdi bunları söyleyince hayatımın en büyük hatası olduğunu sakın düşünme. Sana haksızlık etmek istemem. Tanıdığım en özel insanlardan birisin. Ama herkesin bir kusuru var, seninki kendi dünyan.”

Tanrım kadınlar bu kadar açık sözlü olmak zorunda mı? Ve bunun zamanlamasını yapmakta bu kadar kötü mü olmalılar? Ne için geldim buraya, neler düşündüm, neler söyledim? Hatta şu kapının hemen önünde, bütün dünyanın önünde, bağıra çağıra. Yok, faydası yok ikna etmek için yaratılmış olanlar biz değiliz. O kadar boş bakıyorum ki bunları düşünürken, umarım onu takmadığımı düşünüp sinirlenmez. Ne haddine oysa. Kahve bardağını bırakmış bana bakıyordu şimdi. Kahvenin rengi onu canından bezdirmiş olmalıydı ama bende pek umut vaad etmiyorum. Normalde böyle onlarda göz göze gelince gülümseriz, birbirine âşık her iki insan gibi ama yalnızca bir taraf olunca işler değişiyor sanırım. Bilmiyorum daha yeniyim. Konuşmak istiyordu. Belliydi her halinden ama beni kırmadan kafasından geçenleri anlatmaya çalışmak yeterince zor olmalıydı. Çünkü tam bir işe yaramazdım ve bu denli beni düşündüğü için pişman olmasına daha vakit vardı. 

“Ne kadar güzel olduğunu biliyorsun değil mi? Ama bunun için sevmiyorum seni.” Şaşırmıştı, neden bunları söylediğime bir anlam veremiyordu. Devam ettim.

“Seninle bu konuşmayı yapabildiğimiz için. Benim anlayışsız oluşum kadar sen anlayışlı olduğun için. Açık sözlülüğünü hiç söylemiyorum. Vicdan konusunda ufak sorunlarımız var ama herkesin bir kusuru var dimi sonuçta. Ha birde takdire değer rol kabiliyetin, az kalsın unutuyordum.” Kahveyi üzerime fırlatıp gitmemi beklemesini umuyordum ama kanepesine kıyamadı herhalde.

“Şaka mı yapıyorsun?” demekle yetindi. Ama yüz ifadesinde yüzlerce küfür gizliydi. Keşke anlamasaydım. İnsan dediğin biraz aptal olur. Ben kendimi öyle sanıyordum ama o kadar da değilmişim demek ki.

“Hayır, şaka yapmak için ortam fazla ciddi” dedim. Sandığım kadar aptal olabilirim.

“Bak hala anlamak istemiyorsun ama sabrım tükeniyor artık şu saçmalığı kes ve geldiğin gibi git. Yeterince medeni davrandığımı düşünüyorum bunu istismar etme.”

“Geldiğimden daha sakin giderim söz veriyorum. Kahve için ayrıca teşekkürler. Arkadaşını rahatsız ettiğim için de özür diliyorum.” Yüzü bembeyaz olmuştu. Neden bahsettiğimi biliyor ama nasıl öğrendiğime anlam veremiyordu. Tam şuan da dün geceye gidebiliriz…



Dün gece barda bir adamla tanıştım. Bana sevgilisinden bahsetti. Bir haftadır beraberlermiş ve yarın gece akşam yemeği için onu evine davet etmiş. Bana adresi gösterdi “Bir bak bakalım sen biliyor musun oraları tarif edebilir misin? Ben hiç gitmedim de daha önce o semte.” Kısa bir şaşkınlık sonrası zor da olsa kendime hâkim oldum ve adresi tarif ettim. Normalde bir yumruk atıp soluğu onun kapısında almalıydım ama kendime yakıştıramadım. Şimdi yaptıklarım daha berbat şeyler değilmiş gibi sanki görgü anlayışıma hayranım.

Şimdi buradayım. Birazdan çıkıp gideceğim, umarım tetiği çekmem. Silahı neden yanıma aldığımı bilmiyorum. Asla şiddet yanlısı olmadım. Ama âşık oldum. Sanırım aşk dünyanın en karmaşık duygusu ve içinde bütün duygulardan biraz var. 

Bir şey söyleyemedi, soğukkanlılık da bir yere kadar. Şöminenin üzerindeki fotoğrafımız duruyordu o konuşurken fark etmiştim. Unutmuş olmalıydı başka bir açıklaması yoktu, kabul etmezdim. Hem kabul edelim sıkıcı bir konuşmaydı, etrafa göz gezdirmem normaldi. Kapıya doğru giderken yanıma aldım. O hala oturuyordu, şoka girmişti. Sanırım oldukça tuhaf bir duyguydu, yeni sevgilinin yatağından çıkıp bir kat aşağıda eski sevgilinle kahve içmek ve onun bundan haberi olması. Silahımı çıkardım, kanepenin oturduğum tarafına şarjörü boşalttım, orası benimdi ve öyle kalacaktı. Ardıma bakmadan çıktım. Korku pek sevdiğim bir duygu türü değildi. Korkutmakta sevmediğim bir eylem dolayısıyla ama başka şansım kalmamıştı. İçeride neler yaşandığına dair en ufak bir fikrim dahi yoktu ve merak etmiyordum. Ama muhakkak aşağı inmişti adam da seslerle beraber. Karşılaştığı manzaradan sonra belki yanımdan koşarak geçer birazdan. Işıklar nasılda hemen sönmüştü, görünmez olmak bu kadar kolay mıydı? Neyse… Şimdi işin yoksa bu soğukta eve kadar yürü. Aşk acısına saygım büyük ama o da bir yere kadar. Soğuk onu bile donduruyor. Çok fena lan…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder