31 Aralık 2014 Çarşamba

masa başı*


Oturup masa başında acı çekmek dâhice
Eriyip gitmek masa lambasının sıcağıyla
Birkaç kelimeyi anlamlarından kaçırmak
Birkaç kelimenin anlamını batırmak
                           
Bu büyük bir savaş
Bembeyaz sayfa dururken önünde
Ne kadar kirlendiği hatırlatırken sana
Hadi bir kelime daha
Kimse temiz kalamaz

Ne büyük dert
İnsanın kendisiyle bile baş edememesi
Gerçekleri görmezden gelmesi
En azından çalışması
Kimse kafasının içindeki cehennemden sağ çıkamaz

Ben artık insanları anlamaya çalışmaktan vazgeçtim
Sanki herkesten sonraya kalmış gibiyim
Bir ağaç gölgesinde uyumuş kalmışım da
Herkes çekip gitmiş gibi
Tam olarak böyle mi bilmiyorum
Belki de yalnızca gözlerimi kapamışımdır

28 Aralık 2014 Pazar

sen bana gülme*


Sen bana gülme
Ciddiye alıyorum
Bütün yelkenlerim suya iniyor
İpini koparıyor içimde uçurtmalar

Sen bana gülme
Gülünce ben de gülüyorum
Bu çok zor oluyor
Cam kırıkları üzerinde yürümek
Bir aslana kırbaç sallamak kadar

Sen bana gülme
Ümitleniyorum
Bir güneş açsa bahar geldi sanan kuşlar gibi oluyorum
Ona buna anlamsız şeyler anlatıp duruyorum
Seni düşünüyorum konuşurken
Ve gecen zamanı

Sen bana gülme
Ben intihara meyilli bir birey oluyorum gittikçe
Sen güldükçe annemin kırdığım bütün porselenleri aklıma geliyor
Kırılıyorum kendi ellerimde

Sen bana gülme 
Ben sevmesini bilmiyorum
Acının diğer adı zannediyorum
Sana bir şey vaad etmiyorum
Ama zaten sen bütün bunlardan habersizsin

Olsun sen yine de bana gülme
Ben fazla sağlıklı sayılmam
Dedem kalpten öldü benim
Aşkla alakalı bir durum sayılmaz ama
Bilmem belki de öyledir
Dedemle fazla dertleşmezdik

27 Aralık 2014 Cumartesi

konuşkan kuşlar*



Unutma sevgilim
Ben senin pencerene konmuş
Uçmaktan yorulmuş bir kuşum
Öyle güzel gülmesen bana

Avuçlarına almasan
Kanatlarımdan vazgeçirmesen beni
"İşte buldum
Uçmak neye yarar başka" dedirtmesen
Bu kadar güzel gülmesen

Seslenirsin bana
Sesin boğuşur rüzgarla
"Gel küçük kuş
Uzaklar sana göre değil"
Sorgulamam yargılamam seni
Severim severim
Bir denizin üzerinde uçmak gibi

Öyle güzel gülmesen
Havalara uçmak geliyor içimden
Kanatlarımdan daha yeni vazgeçmişken
Uçmanın başka bir yolunu keşfetmişken
Avuçlarında
Üşüyorum biraz sarılsana


26 Aralık 2014 Cuma

benim küçük kalbim*





Bulutlar yalnızca yağmur getirmezler sevgilim
Bazen yalnızca gölgeleri düşer üzerimize
Güneşi kucaklar gibi sanki korurlar bizi
Ne büyük fedakârlık yağmur olup yağamazken
Toprağa düşüp ağaç olamazken üstelik

Geçiyor sevgilim bu günler bile
Güzelliğine aldırmıyor yaradan hiçbir şeyin
Hint kumaşları yalnızca dokuma tezgâhlarında
Biz bir kuş sürüsüyüz dünyanın üzerinde
Bitmeyen hedeflerimizle

Sen sevgilim bilirim hiçbir şeyi fazla dert etmezsin
Küçük çocuklardan tek farkın küçük olmayışı ellerinin
Ve farkında olman hafta sonu tatillerinin
Masumiyetine gölge düşürecek tek şey benim geçmişinde
Öyle kaldığıma göre, fazla durmaya gerek yok üzerimde

Senin bir dünyan var sevgilim bir ütopyan
Masallardaki bütün kötüleri anlayışla karşıladın
İçimizdeki iyiliği keşfetmemizi onlara bağladın
Ben hikayenin kötü niyetli kadını oldum
Sen içindeki iyiliği keşfedeni
Her zaman haklıydın sevgilim
Bu yüzden sana hiç kızamadım

-Greta-

Şu güzelim diziye bir bakın savaşa, drama ve aşka şahit olun.

Unsere Mütter, unsere Väter

21 Aralık 2014 Pazar

hayatın kaçak yolcuları*




Bir dağın ardına bakmak bu
Korkuya kapılmak

Demir almak bilindik limanlardan
Engel olamamak seni sürükleyen rüzgâra
Saçlarına dolanmışken isteksizce

Kelimeler ağırlık yapıyor
At aklından at kurtul
Bu sonsuz yolculuk
Onlara ihtiyacın olmayacak durduğumuzda
Dönüp arkana baktığında

Yarından beklentin ne kadar büyürse
O kadar mutsuz olursun
Ama biz uçurumun kenarındayız
Bir adım daha geri atamayız
Yarından korkamayız

Elbette ihtimal dâhilinde her şey
Elbette mutsuzluktan ölebilir insan
Durup dururken yığılabilir olduğu yere
Kapanır mı bütün hesaplar o zaman?
Affedilir mi her kaybeden?

Boş verelim bunları biz en iyisi
Kelimeleri bile unutmak isterken
Nerelere geldik yine
Bu sonsuz yolculuk değil boşuna
İster istemez dönülüyor başına

Her kalp gömülmeden kuyusuna
Kesilmeden en son ses
Yükü hafiflemez yarınların
Bitmez kimsenin hesabı geçmişle
Devam eder bu kısık ses yankılanmaya boşlukta
"Her günün hesabı dünden sorulur"


10 Aralık 2014 Çarşamba

her şey hiçbir zaman güzel olmayacak*

endless

Elimde kalan ne sanki
Neydi elimde olan
Dalga seslerine kulak verirken uzaktan
Bir gemi daha silindi çoktan ufuktan

Benim bir derdim var
Derdimin bir beni
Alıp gitsem başımı bi yerlere
Nerde sen yoksun
Sen nerdesin

Vaktinden önce biten şeylere yarım diyoruz
Yarım kalan her şey de
Benim yarım kalıyor
Hiç bitmiyor sözler
Ne kaldı anlatmaya değer

Bütün beyaz sayfalar silinmiş mi?
Yok mu hiç karalanmayan?
Olsun bu değil derdimiz, hiç olmadı

Gözleri bazen büyük oluyor dünyadan
Ve seyrediyorum uzaktan
Orda hiç yokmuşum,
hiç olmayacakmışım gibi
İç çekiyorum, içime çekiyorum zamanı
Geçme, dur! şimdi hiç sırası değil

Sonu mutlu masallar' anlatım bozukluğu mu?
Yoksa masallar da mutsuz insanların elinden geçti mi?
Üstü çizildi mi gülümseten bir kaç satırın?
Kaç büyücü başardı hayatta kalmayı son sayfada?

Hepsi mi meraktan sanki
İçimde bir çocuk rahat duruyor mu?
Söylediklerimi anlıyor mu?
Umurunda mı bütün bunlar?
Sanmıyorum hiç sanmıyorum

Henüz bilmiyor
En yüksekteki uçurtmanın bile ipi var
Yerle bir bağı var
Sen bir bilsen, bir gelsen
Bir şeyler söylesen, ipini çeksen
Biter mi bu masal, mutlu sonla?
Bir hediye belki bütün mutsuz insanlara

9 Aralık 2014 Salı

bitkisel hayat*




“Aç şu kapıyı aç sadece konuşmak istiyorum. Sadece meraktan bu lanet olası hayat verdiği her güzel şeyi geri almakta neden bu kadar acele diyor?”

Çılgınlar gibi bağırıyordum kapısının önünde. Sokak bomboştu. Normaldi bu saatte. Saate ise en son evden çıkarken bakmıştım biri çeyrek geçiyordu. Evden çıkılması değil eve girilmesi gereken bir saatti. Belki de ikisi içinde geçti.

Hava da buz gibiydi. Üstelik soğuktan nefret ediyordum. Ama bu gece önceliklerim başkaydı. Sokaktaki evlerin ışıkları bir bir yanmaya başlamıştı. Kuduz bir köpek gibi hissettim o anda. Kendimi mahvetmiş olmam yetmiyormuş gibi insanlarında huzurunu kaçırmıştım. Ama bütün bunlar olmalıydı. Herkes farkına varmalıydı yaşadıklarımın. Halime üzülmek ya da hor görmek onlara kalmıştı.

Deli gibi yumruklamaya başlamıştım kapıyı. İçeriden çıt çıkmıyordu. Duvarlarla konuşup duruyordum. Bu kadar derin bir uykuda olması mümkün değildi yanağına bir öpücük kondurulduğunda gözlerini açan birinin. Sanırım fazla yorgundu. Hayır, iyimserliğe yer yok bu tabloda. Biliyorum o karanlık odasında perdenin kenarından beni seyrediyor ve bir kere daha lanet ediyordu bana rastladığı güne. Ve ben bütün bunları bildiğim halde onu sevmeye devam ediyordum. Çünkü bir aptalım. Çünkü yalnızca aptallar kendinden vazgeçer.

Biraz yorulmuştum. Oturdum soğuk merdivene. Ne yapacağım konusunda en ufak fikrim yoktu. Burada yıllarca oturabilirdim. Elbet bir gün dışarı çıkar ve bana buradan gitmemi söylerdi. Yapardı bunu. Biraz acımasız bir kadındı. 

Birden önümde bir karanlık oluştu. Biraz bana benziyordu, dağınık saçlarından anladım. Evet, bu gölgemdi. Evet, ışıklar açılmıştı ve merdivenlerdeki ayak seslerini duyabiliyordum. Yavaşça açtı kapıyı. Arkamı dönmedim. Görmeye henüz hazır değildim. Belki de yalnızca gelip yanıma oturmasını düşünüyordum o sıra.

“Git burdan” dedi.

Benim ve sokakta ışığını yakmış evlerdeki herkesin beklediği gibi. Gölgesi gölgemin hemen yanına düşmüştü. Ne kadar da yakışıyorduk. 

Biraz daha bekledim. Ne kadar inatçı olduğumu bilirdi ve ısrar etmek onun en sevdiği şeydi.

“Neden anlamak istemiyorsun. Her şey biter. Bu dünyanın sonu değil. Diğerleri olmadığı gibi”

Soğukkanlılığına her zaman hayran olmuştum. Ama bu kadarını bir insan olarak tahmin etmem biraz zordu. Dünyanın dönmeye devam etmesi için birkaç kelime etmem gerekiyordu. Ya da ben kendimi öyle ikna ettim.

“Senin bu yönüne hayranım. Hiçbir şey seni yaşamaktan alıkoyamıyor. Karşında kıyamet kopuyor ama sen bir saksı bitkisi kadar sakinsin.” Arkama dönmüyordum. Dönersem hemen buraya gömülmem gerekti.

“Anlamıyorsun saksı bitkisi olan sensin. Yaşamak için hep birine ihtiyacın olduğunu hissediyorsun.”

Doğru şeyler söylüyordu aslında ama konuşmaya içerde devam edemez miydik? Artık ondan nefret etmediğim için soğuk ilk sıradaki yerini devralmıştı ve ben donmak üzereydim.

“Bence bana bir kahve ikram etmeli ve bu konuşmaya içeride devam etmeliyiz. Yoksa birkaç dakika içinde donmuş olacağım için bu konuşmanın sonunu asla göremeyeceğiz.” Onun kadar soğukkanlı olduğum için kendimi tebrik etmeliyim belki ama sonra.

“Bana bir söz vermelisin. Önce beni dinleyecek ve sonra gideceksin. Senden bana hak vermeni beklemiyorum, beni bağışlamanı da. İstediğini düşünebilirsin. Ama bu gece burada her şeyin biteceğine söz ver.”

Tanrım kadınlar kesinlikle aşık olamıyorlar. Ve bir vicdanları olmadığına artık eminim. Çocukları dışında kimseyi sevemez mi bunlar? Bir erkek bu konuşmayı yapmaya kalksa beşinci saniyesinde kendini öpüşürken bulurdu. –hala geç kalmamış olabilir miyim?- Tamam demekten başka çarem yoktu. Kuduz bir köpek gibi sokaklarda ölmek istemiyordum. 

“Tamam” dedim.

Ben arkamı döndüğümde o çoktan içeri girmişti. Yavaşça kalktım. Buza dönmüş bacaklarımın hareket kabiliyeti zayıflamıştı. Altı üstü iki merdiven çıkacaktım ama büyük bir savaş olacağını anladım. İlk adımı attım o kadar da zor değildi. Hayatta bir şey de beklediğim gibi olsun. Neyse sırası değil şimdi. İçeri girdim, kapıyı yavaşça kapattım. Mutfaktan sesler geliyordu. Kahve konusunda ciddi olmadığımı anlamamıştı demek ki. Olsun bu ilk değildi. En sevdiğim yere geçtim oturdum. Ne zaman gelsem buraya oturur, onun mutfağa gidiş gelişini izlerdim. Sofrayı öyle bir hazırlayışı vardı ki sanki çabuk bitmesin isterdi. Her şey için ayrı ayrı sefer ederdi mutfağa. Bir yağlı boya tablosuna küçük fırça dokunuşları. Sonra okuyor gibi yaptığım kitabımı –o bunu hiç bilmedi- elimden alır ve kolumdan tutup sofraya götürürdü. İşte yine geliyor. İki bardak var elinde kendine de yapmış demek ki. Ve bu sefer fazla uzatmıyor tek seferde bütün resim tamam. Kocaman paçaları olan hayli bol pijamasıyla ve Mickey Mouse tişörtüyle harika görünüyordu. Aceleyle giyindiği çok mu belli? Saçları berbattı. Sanırım onu hiç böyle görmemiştim. İlişkimiz bittiğinden artık önemsemediğini düşündüm. Ya da sadece aynaya bakmaya vakti olamamıştı. İkinci seçenek daha akla yatkındı. Çünkü gözleri hala rüyalar âlemindeydi. Kahvemi orta sehpasının üzerine bıraktı. Karışıma oturdu. Önceden bardağı elime verir ve yanıma sokulurdu. Aradaki uçurum sanırım normaldi. Artık iki yabancıydık.

Kahvesinden bir yudum aldı ve konuşmaya başladı. Umarım uyumam.

“Senin en büyük sorunun ne biliyor musun? Kabullenemiyorsun hiçbir şeyi. Bana anlattığın her şeyi hatırlıyorum ve hepsi aynı kapıya çıkıyor. Bir yanılsamanın içinde yaşıyorsun. İnan bana Disney karakterlerinden bir farkın yok. Şimdi bunları söyleyince hayatımın en büyük hatası olduğunu sakın düşünme. Sana haksızlık etmek istemem. Tanıdığım en özel insanlardan birisin. Ama herkesin bir kusuru var, seninki kendi dünyan.”

Tanrım kadınlar bu kadar açık sözlü olmak zorunda mı? Ve bunun zamanlamasını yapmakta bu kadar kötü mü olmalılar? Ne için geldim buraya, neler düşündüm, neler söyledim? Hatta şu kapının hemen önünde, bütün dünyanın önünde, bağıra çağıra. Yok, faydası yok ikna etmek için yaratılmış olanlar biz değiliz. O kadar boş bakıyorum ki bunları düşünürken, umarım onu takmadığımı düşünüp sinirlenmez. Ne haddine oysa. Kahve bardağını bırakmış bana bakıyordu şimdi. Kahvenin rengi onu canından bezdirmiş olmalıydı ama bende pek umut vaad etmiyorum. Normalde böyle onlarda göz göze gelince gülümseriz, birbirine âşık her iki insan gibi ama yalnızca bir taraf olunca işler değişiyor sanırım. Bilmiyorum daha yeniyim. Konuşmak istiyordu. Belliydi her halinden ama beni kırmadan kafasından geçenleri anlatmaya çalışmak yeterince zor olmalıydı. Çünkü tam bir işe yaramazdım ve bu denli beni düşündüğü için pişman olmasına daha vakit vardı. 

“Ne kadar güzel olduğunu biliyorsun değil mi? Ama bunun için sevmiyorum seni.” Şaşırmıştı, neden bunları söylediğime bir anlam veremiyordu. Devam ettim.

“Seninle bu konuşmayı yapabildiğimiz için. Benim anlayışsız oluşum kadar sen anlayışlı olduğun için. Açık sözlülüğünü hiç söylemiyorum. Vicdan konusunda ufak sorunlarımız var ama herkesin bir kusuru var dimi sonuçta. Ha birde takdire değer rol kabiliyetin, az kalsın unutuyordum.” Kahveyi üzerime fırlatıp gitmemi beklemesini umuyordum ama kanepesine kıyamadı herhalde.

“Şaka mı yapıyorsun?” demekle yetindi. Ama yüz ifadesinde yüzlerce küfür gizliydi. Keşke anlamasaydım. İnsan dediğin biraz aptal olur. Ben kendimi öyle sanıyordum ama o kadar da değilmişim demek ki.

“Hayır, şaka yapmak için ortam fazla ciddi” dedim. Sandığım kadar aptal olabilirim.

“Bak hala anlamak istemiyorsun ama sabrım tükeniyor artık şu saçmalığı kes ve geldiğin gibi git. Yeterince medeni davrandığımı düşünüyorum bunu istismar etme.”

“Geldiğimden daha sakin giderim söz veriyorum. Kahve için ayrıca teşekkürler. Arkadaşını rahatsız ettiğim için de özür diliyorum.” Yüzü bembeyaz olmuştu. Neden bahsettiğimi biliyor ama nasıl öğrendiğime anlam veremiyordu. Tam şuan da dün geceye gidebiliriz…



Dün gece barda bir adamla tanıştım. Bana sevgilisinden bahsetti. Bir haftadır beraberlermiş ve yarın gece akşam yemeği için onu evine davet etmiş. Bana adresi gösterdi “Bir bak bakalım sen biliyor musun oraları tarif edebilir misin? Ben hiç gitmedim de daha önce o semte.” Kısa bir şaşkınlık sonrası zor da olsa kendime hâkim oldum ve adresi tarif ettim. Normalde bir yumruk atıp soluğu onun kapısında almalıydım ama kendime yakıştıramadım. Şimdi yaptıklarım daha berbat şeyler değilmiş gibi sanki görgü anlayışıma hayranım.

Şimdi buradayım. Birazdan çıkıp gideceğim, umarım tetiği çekmem. Silahı neden yanıma aldığımı bilmiyorum. Asla şiddet yanlısı olmadım. Ama âşık oldum. Sanırım aşk dünyanın en karmaşık duygusu ve içinde bütün duygulardan biraz var. 

Bir şey söyleyemedi, soğukkanlılık da bir yere kadar. Şöminenin üzerindeki fotoğrafımız duruyordu o konuşurken fark etmiştim. Unutmuş olmalıydı başka bir açıklaması yoktu, kabul etmezdim. Hem kabul edelim sıkıcı bir konuşmaydı, etrafa göz gezdirmem normaldi. Kapıya doğru giderken yanıma aldım. O hala oturuyordu, şoka girmişti. Sanırım oldukça tuhaf bir duyguydu, yeni sevgilinin yatağından çıkıp bir kat aşağıda eski sevgilinle kahve içmek ve onun bundan haberi olması. Silahımı çıkardım, kanepenin oturduğum tarafına şarjörü boşalttım, orası benimdi ve öyle kalacaktı. Ardıma bakmadan çıktım. Korku pek sevdiğim bir duygu türü değildi. Korkutmakta sevmediğim bir eylem dolayısıyla ama başka şansım kalmamıştı. İçeride neler yaşandığına dair en ufak bir fikrim dahi yoktu ve merak etmiyordum. Ama muhakkak aşağı inmişti adam da seslerle beraber. Karşılaştığı manzaradan sonra belki yanımdan koşarak geçer birazdan. Işıklar nasılda hemen sönmüştü, görünmez olmak bu kadar kolay mıydı? Neyse… Şimdi işin yoksa bu soğukta eve kadar yürü. Aşk acısına saygım büyük ama o da bir yere kadar. Soğuk onu bile donduruyor. Çok fena lan…


5 Aralık 2014 Cuma

zamanın sesleri*

Saatler ilerliyor
İstisnasız bütün saatler
Zaman bir çember
Asla sonuna gelemiyoruz

Eskiden sabahları erkenden uyanırdım
Benim saatime göre erken
Kimilerine göre çok geç
Kimilerine göre anlamsız

Saatlerin dünyanın kuyusu olduğunu düşünürdüm uzun uzun
Derin karanlık sessiz bir kuyu
İçi ağzına kadar acıyla dolu
Sonra boş verdim
Önce saatleri
Sonra her şeyi

Kanatları kırık kuşların boynunu kırdım
Gözlerini kapattım ellerimle
Gökyüzü bu kadar hüzne dayanamaz
Yere inerdi
Hepinizi ben kurtardım

Tanrı'ya seslendim
"Omzuma abanan senin ellerin değil biliyorum
Ama sen onları da kaldırabilirsin"
Konuşmadı benimle
Varlığına gölge düşürmedi

Bir uçurtmanın ipini kestim önce
küçük bir çocuğun ellerinde
Çok ağladı
Ağlamasa bir anlamı olmazdı
Sonra yağmur başladı
Bu bir günah sayılmazdı