30 Haziran 2014 Pazartesi

Aklını kaçıran geçmişi kovalar*

Beynimin içinde filler tepiniyor
Hiç bir şeye tahammülüm yok
Kalbimden aklımdan geçen her neyse
Geçip gitsin
acının zamanı değil

Dünya üzerinde hesaba çekilmek istemiyorum
Bir ben mi suçluyum cümlesini kendime yakıştırmıyorum
O çaresizliğin içine düşmek istemiyorum
Çekin vurun beni af dilersem

Kendimden utandığım gün
Ölmek için geç kalmışım demektir
Ben her şeye geç kalırım bilinir
Ama bilinmekte bir ölümdür
Aklın başındayken delirmeyi becerememekte

Siz beni öldü saymayın yine de
Kağıtların üzerinde ve beynimin içinde böyle,

milyonlarca kez öldüm
Binlerce kez dirildim
Binlerce kez delirdim
Ve sevdim

Şimdi o ince çizginin üzerindeyim
Gerçek penceremi tıklatıyor
Kapım ardına kadar açık
Ağzımda dilim var dilimde sözüm
Nasıl oluyorsa sesim yok
Beni şimdi öldürün
Sessizken ve kimseyi beklemezken

25 Haziran 2014 Çarşamba

adı konulmadığı ayrılığın bir piç gibi*



Adını henüz konulmadı ayrılığın
Bir piç gibi kuytu köşelerde büyütüyorum
Oysa senin ayıbın
Ama yakıştıramıyorum sana
Kalbimi parçalayıp kuşlara attığına inanmak istemiyorum
Bazen artık bitse diyorum
Bitse gitse
Kötü bir çocukluk anısı gibi silinse
Her şey normale dönse
Monotonluktan zevk alsam yine
Aşkı hiç tatmamış olsam
Kalbimi paslı zincirlere vursam
Aç bıraksam karanlık odalarda
Sesine hiç kulak vermeden bildiğimi okusam
Yanılsam pişman olsam
Ama sana rastlamasam
Hayatıma bir anda girip
Barış güvercinleri gibi serbest bırakmasan beni
Halinden memnun bir köle olarak kalsam
Ölsem gitsem kendi içimde
Razıyım buna şimdi razıyım
Sen uzakken
Sen imkansızın kasabasından birkaç ay önce geçmişken
Kalbim acırken
Susmak yersiz bilip, dişlerimle dudaklarımı parçalarken
Uyumak yerine küçük meyve fidanlarını düşünürken
İyice hayalperest olup çıkmışken
Razıyım şimdi
Kelebeklerin ömrü kadar aşka değer biçilmezken


14 Haziran 2014 Cumartesi

yokuş aşağı son hızla*

Bilmediklerimin peşinde koştukça
Emin olduklarımdan vazgeçtim
Kuşandığım silahlarım ve eksik yanlarım
Ben hiç hazır olmadım
Dünya savaşına

Paslı yangın merdivenleriyle tutundum hayata
Hep yanlış yerde durdum
Havada kaldı söylediklerim
Hep başkalarına kulak verirken insanlar
Bir tek beni hayattan soğutmakta başarılıydılar

Kaçmak zorunda kaldım mecburen onlardan
Hem eksik bile sayılmazdım kalabalıkta
Zaten aklım yeterince karışık bu ara
Kimse öyle umurumda değil fazla
Geçmişim bataklığa dönüp durmasa

Ne zaman daralsam aklım denizde
Sanki hiç yok gibi çare
Ağlamak istiyorum özgürce
Dert değil görsün kim görecekse
Son bulur belki
Yarım kalan her şey bu gece

Tükendim artık tükendim günden güne
Nasıl derler en büyük zararım hep kendime
Keskin sirke küpünü kaç yılda deler bilmemde
Benim çok vaktim kaldı sanmam
Sanmam bu kez atlatamam



4 Haziran 2014 Çarşamba

ne garip adam*




  Yine alarm çalmadan beş dakika önce kalkmış ve akşamdan ocağın üzerine koyduğu çay suyunun altını yakmıştı. Bununla kalmamış alarm çalana kadar takım elbisesini giymiş ve dolapta bağlanmış şekilde hazır duran kravatlardan birini seçmişti. Seçmişti derken hafta başında günlere göre ne giyeceğini sıralayıp öyle astığından o günün kravatını bulmak kalmıştı sadece. Böyle yaparak aklın sıra sabahları en büyük zaman kaybını yaratan ne giysem derdini ortadan kaldırmış oluyordu. Oysa bütün bunları planlayıp hazırlamak için zaten topu topu iki gün olan hafta sonu tatilinin bir gününü harcıyordu. Bir sabah çay suyunu ocağa koymuş ve giyinmeye içeri geçmişti o sıra tüp bitmişti. Dönüp geldiğinde suyu aynı halde bulunca başına geleni anlamış ve küçük çaplı bir sinir krizi geçirmişti tabi ona göre. Evet, küçük çaplı biten tüpü üçüncü kattaki evin balkonundan aşağıya atmıştı. O gün bugündür balkonda iki tane yedek tüp bulundurur. Haliyle böyle bir hayatı başka biriyle paylaşması olanaksız. Onunda çok dert ettiğini sanmıyorum en son ilkokulda silgisine kalp çizip ona veren kızı annesine şikâyet etmişti. Öğretmenine bir şey söylememişti hiç söylemezdi istemsizce himayesine girdiği insanlardan nefret ederdi. Annesini ve babasını ise bu listeye hiç dâhil etmezdi bir kaç kez denemişti aslında özgürlük meselesine kafayı taktığı vakitler. Sonra hayattan kaçış noktası olarak ailesini görmüş ve sınırsız özgürlüğü onlara sunmuştu hayatına müdahale anlamında. Özgürlüğünün kısıtlanmasına kendisi razı gelmiş bunun erdemine inanmıştı.
  On beş dakika içinde apartmandan çıkmış arabasına bile binmişti. Tam apartmanın girişine park ederdi merdivenin önünü kapatıyor eve giremiyoruz diye kaç kez uyarmışlar ama duymazlıktan gelmişti. En sonunda laftan anlamayacağına kanaat getirmiş olacaklar ki arabanın bütün lastiklerini kesmişlerdi. Arabayı o halde gördüğü anda kan beynine sıçramıştı onu her gün uyarmaya gelen adamların evlerini tek tek bulmuş ve camlarını taş yağmuruna tutmuştu ama hiç isabet ettirememişti. Normal bir çocukluk yaşamış olsa en az beş cam garantisi vardı ama onun gibi biri için bu sonuç normaldi. Hayatta en büyük cezanın dolmuşlar olduğunu düşündüğünden binmedi işe geç kalması umurunda değildi bazı şeyler daha önemliydi. Yürüyerek gitmeye karar vermişti işe öğleye ancak varacağını bilerek. Yolda servisi aramıştı arabanın durumunu anlatmış yerinden oynatılmadan evin önünde değiştirilmesi konusunda anlaşmıştı hem diğer türlüsü pek mümkün değildi zaten olsa da bir ton masraf. İşe geç kalmıştı evet bunu da yapmıştı o gelene kadar cebini arayan hiç kimse olmamıştı. Belli etmese de içerlemişti buna ne kadar içinde buz dağları olsa da insandı sonuçta.

  Geçti masasına her zamanki gibi gözlerini kapadı bütün olanları düşündü haksızlığa uğradığını düşünmek istiyor ama bir türlü başaramıyordu. Yaşadığı suçluluk duygusunu bir türlü atamıyordu üstünden. Hayata karşı hep tek başınaydı bundan hiç şikâyet etmemişti şimdiye kadar kimseye ihtiyacı olmadan yaşadığı için kendisiyle gurur bile duyardı. İnsanın kendisiyle gurur duyması ne büyük aptallık değil mi. tam o düşünceden hayale doğru yol alırken kapısı çalındı. Sekreter elinde bir yığın klasörle odaya dalmak için bekliyordu. Bütün elleri doluydu kapıya nasıl vurmuştu. Sormadı hiç sormazdı. İmzalaması gerekenleri imzaladı okuması gerekenleri kenara koydu bugün kendine vakit ayırmalıydı bu yoğun tempodan ilk kez sıkılmıştı. Bir kahve getirmesini söyleyip çıkmasına müsaade etti. Çıkarken arkasından baktı. Güzel kadındı ama onun sekreteri olmasına rağmen bilgi işlemin müdürüyle yatıyordu. Bilgi işlemin sekterinin kim olduğunu bilse işler çözülecekti ama bu pek mümkün değildi. İş yerinde odasından pek çıkmazdı. Odayı oyun parkına çevirmişti. Bir rakibe ihtiyaç duymadan oynanabilecek ne kadar oyun varsa bu odadaydı. kapısının arkasında dart tahtası vardı en çok onunla vakit geçirirdi. Geçenlerde odaya hızlıca dalan stajyer gözünü kaybetmek son anda kurtulmuştu fişek tam kapının köşesine saplanmıştı. Elbette stajyerin işine son verdi isabet etseydi her şey farklı olabilirdi ama etmedi artık onun söyledikleri olabilirdi. Kahvesini getirdi sekreteri ve ağlıyordu fincanı hızlıca masaya bırakıp kapıya yöneldi sorularla muhatap olmak istemiyor gibi yapıyordu ama hepimiz adımız gibi biliyoruz ki bütün sorulanları cevaplayacaktı. Koltuğundan yavaşça kalkarak seslendi koltuğa oturttu yanına ilişti ve cevabını bildiği soruları sıralamaya başladı. Terk etmişti bilgi işlemciyi aslında evliymiş nasıl anlamadım diye ağlayarak odayı inletiyordu. Ben söyledim demek istiyordu ama hiç söylememişti böyle olmasını istiyordu sanki bu anın yaşanacağını biliyor yaşanmasını istiyordu. Ve yaşanıyordu. Yüzünü kendine doğru çevirdi gözyaşlarını sildi ve bu öğlen birlikte yemeğe gideceklerini söyledi şaşkın şaşkın bakıyordu artık az önceki sulu gözlü kadın. Elleriyle yaşlarını sildi kapıya kadar ellerinden tutarak götürdü. Öğlene kadar eski haline dönmesi gerektiğini yoksa sonsuza kadar ağlayabileceğini söyleyip gönderdi.