30 Ocak 2014 Perşembe

Hırssız Hırsız - 2

"Sen anlat oğlum" diye girdi lafa beklenen buydu amca hayatını kısaca özet geçmişti bana. En azından hakkında bir fikir sahibi olmamı sağlamıştı. Bunun farkındaydı ve şimdi aynısını benden bekliyordu.
"Neyi anlatayım amca?" dedim
"Ne olursa oğlum ne olursa.. mesela ne işin var bu mevsimde burda?"

"Bugün bir arkadaşım gelecek amca onu almaya geldim. Pek bilmez buraları. Neden trenle geldiğini ise sorma bende bilmiyorum gelince ilk soracağım soru yolculuk nasıldı değil neden tren olacak zaten.." hiç düşünmeden lafa girdi amca, yıllardır tanıyormuşta beni ne söylese gücenmezmişim gibi. Ve gerçektende gücenmezdim.

"Doğru bugün bir tren var bir gibi burda olur herhalde. Neden trenle geldiği sorusuna gelince. Arkadaşının yolculuktan memnun olduğunu adım gibi biliyorum. Belki de inmez bu durakta. Rahattır yolculuk alışırsın, yeni insanlarla tanışırsın. İnsanlar kendi dünyasına çekilmez orda otobüslerde, uçaklarda olduğu gibi. Çekilmek isteyenler zaten kompartmanlarında geçirir yolculuklarını, diğerleri yemeklerini yerler. Cafe diyebilirsin sen orda otururlar, sohbet ederler. Zaman kaybedersin biraz, belki geç varırsın. Ama bunlar diğer yolculuklar gibi ölü zamanlar değil, kanlı canlı sana hala hayatta olduğunu, hiçbir çıkış noktasına bilet alınmadığını gösteren yolculuklardır, güzeldir trenler seversin.. 
Tahsin Uçar.. 
Akşam yazmıştım bunu söylemek hiç zor olmadı o yüzden. Geçmişimde yolculuk yapıyorum bu sayede.."

"Amca hiç fena değil valla. Şuan arkadaşımı kıskanmadım değil ama senin sohbetinde ölü zaman değil ya belkide yaşadım dediğim en canlı zamanlar."
"Ne demek o oğlum sohbetin hissine hitap edeni makbuldur. Oturup seninle Beşiktaşın halinide konuşabilirdik ama senin her halin bu hayattan memnun olmadığını belli ediyor ve memnuniyetsizliğini artırmak istemedim işin açıkcası." Gülümsedi cennetin kapılarını geçmişti artık. .
"Amca senin artırabilceğin bir memnuniyetsizliğim olduğunu sanmıyorum. Belki biraz yanlış yaşadım ama hiç geri dönülmeyecek hatalar yapmadım"
"Geri dönülebilen hata yoktur evlat" dedi ve devam etti. "Ders verirmiş gibi konuşmakta istemiyorum ama cam bardağın nasıl kırıldığını hatırlıyorsun. Çarptın düştü, kırıldı. Seni ne kadar suçlayabilirim ki? Ama senin kırmış olduğun gerçeğini değiştirmez bu, kendini suçlu hissetmeni değiştirmeceği gibi."
Eğer bugünden sorguya çekilirsem diğer tarafta, amca benim sahitliğimle kesin cennete gider. Benim sahitliğim sayılmaz belki ama ihtiyacı yok zaten. Hem belkide o şahitlik yapıp beni kurtarabilir.
Konuşmamız çok başka yerlere gidiyordu. Tahsin Amca sanki beni yıllardan beri uzaktan seyreden bir iyilik meleğiydi. Ve o anda hala ona yalan söylediğimi fark ettim. Hem hayatımın en güzel günü olduğunu söyleyip, hemde yalan dolan muhabbet ederek kendimi bu güvensizlik duygusunun ördüğü örümcek ağlarına kaptırmak istemiyordum. Ona karşı asla mahçup olmak istemiyordum. Bir daha bardak kıracak olursam kendimi öldürmeye kararlıydım.
"Silahına güvenme" dedi palyaço. "Kendi başına patlamıyor çünkü."
Haklıydı palyaço ama en kestirme yoldu. Acı çekmiyordu sanırım alının ortasına dayayıp tetiğe basanlar.
"Bilmezsin" dedi palyaço "Denemek ister misin?"
"Amca" dedim. Son yudumunu içtiğim çayımı masaya koyarken. 
"Ben bugün buraya bir paket teslim almaya geldim. Paketi alacağım adamı ise daha önce görmedim bile. Benim değil zaten. Patronum yolladı ona götüreceğim oda aferin diyecek belki, iyi yanına denk gelirse. İnsanların ay sonu maaş aldıkları bir işi yaparken neden birde aferin beklediklerini henüz çözebilmiş değilim.  Maaşına zam istemek hep daha makbul geliyor bana."  Anlat dinliyorum dercesine bakıyordu gözlerime kırmadım onu..

"Yani amca kirli işlere bulaşmış kirli bir adamım ben işin doğrusu. Kendimi haklı çıkaracak ne bir yürek burkucu hikayem, nede bir bahanem var. Canım istedi bir gün ve böyle sonrası. Aslında canım çok zamandır bırakıp gitmek istiyor. Bir sahil kasabasından çok beklentisi olan insanlardanım bende. Dünyanın en güzel günlerini geçireceğime inancım tam, bulabilirsem öyle bir yer. Ama işte çekip gidilmiyor öyle çamaşır ipine mandallanmış gibi kalakalıyorsun. Özgürlüğünü kendi ellerinde teslim etmek kadar acısı yokmuş onuda öğrendim." Çay demesini bekliyordum amcanın bardakları boşalmıştı ikimizinde. Hiçbir şey söylemedi, uzun bir zaman. Dökülen çay damlaları, masanın üzerinde şeker kümeleri oluşturana kadar. Oda onları mı izliyordu farkında değildim. Sonra başladı konuşmaya..
"Oğlum senin anlattıklarından anladığım tek birşey var senin bugün oraya dönmeyeceğin. Kirlilik konusuna gelirsek. Hiçbir kötü kendine dönüp bakmaz, fazla abarttım sanırım, bu kadar kötü olamam diye. Bütün katiller önce vicdanını öldürür evlat. Senin ki yerinde tamda olması gerektiği gibi işliyor."
Boynuna sarılmak istiyordum amcanın. Beni övdüğü için değil, kirliliğimi tasdik etmediği için. Arafta kalmamı sağladığı ve geri dönmeme açık kapı bıraktığı için.
"Sevinmeyelim" dedi palyaço "Vicdanının benim gibi biri olduğunu unutma. Bir palyaçonun yaptığı vicdanlık, kötü sahnelenmiş klasik bir tiyatro oyunundan öteye gitmeyebilir 
ve bu sana pahalıya patlayabilir."

Haklıydı palyaço vicdanım yani palyaço. Kalbimden uzaktaydı. Fazlasıyla düşünceyle yönetiliyor, duygulara olabildiğince kapılarını kapatıyordu. Ve işin kötü tarafı palyaço tam bir aptaldı.
"Keşke o kadar kolay olsaydı amca" dedim. 
"Çay" dedi. Uzun uzun durup düşünmem canını hiç sıkmamıştı. Cennetin kapılarını ardına kadar açtığından habersiz gülümsüyordu. Belli ki benim aklımı karıştırdığına seviniyordu. Bense kendisini bir iyilik meleği zannedip nasihatleri abartacağını düşündüğüm anlarda o hiç oralı olmadı o işi meleklere bıraktı. Çayları tazelemeye gitti, yavaş adımlarla. Bu sessizliği bölmemeye dikkat ederek. Sanki bir kedi miyavlasa, bir köpek havlasa, amcanın ayağı bir taş parçasına takılsa- palyaço girdi lafa sözümü kesti.
"Üçü birden olursa, gerçekten birşeyler ters gidiyor olabilir" dedi. Metaforları ve uzun cümleleri sevemezdi çünkü bildiğiniz gibi bir aptaldı kendisi.
Ayağı bir taş parçasına takılsa- dünya tam buradan yarılıp ikiye ayrılacak ve amcayla ben ayrı iki uçta kalacaktık. Dünyanın diğer tarafından dolaşıp, birbirimizi bulmak isterken ölüp gidecektik. Bir yamyam köyünde, öğle yemeğinde. Böyle düşüncelerle amcanın sesiz adamlarına ihanet ettiğimi düşündüm. O ayaklarını sürüyerek giderken, ben bağır çağır beynimin içinde dünyayı ikiye bölüyordum. Kovdum hepsini kapattım kapıları. Bugünün sonunda cennetten içeri bakacak yüzüm olmalıydı. Saati çaldı istasyonun onbir olmuştu, zamanı durdurabilen kimse sesimi duymamıştı. Azgın nehir gibi akmaya devam ediyordu zaman, önüne beni katıp. Her zaman bir batıp bir çıkardım. Ama bugün amcanın teknesine sığındım. Zamanı kontrol etme gücü benden kat kat yüksekti. Geri dönmek için kanatları olmasada, küçük teknenin iki yanında kürekleri vardı. Buda yeterdi bana. Eğer, bu kaba çizgileriyle kafamda oluşturduğum hayat benim olsaydı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder