2 Nisan 2014 Çarşamba

ölüm ve aşkın yolunun kesiştiği anlar*

  
Bülent sigarasını çıkarmak için elini cebine attı daha paketle yeni temas etmişti ki bir el kolunu tuttuğu gibi kıvırıp sırtına yapıştırdı. bağırıp çağırmaya fırsat bile bulamadan çevik bir hareketle yüzünü kendine çevirdi henüz gizemini koruyan adam. görünce gözleri yerinden fırlamıştı üç ay önce onu terk eden elvanın babası asayiş şubede komiser kamil amcaydı. neden gelmişti bir türlü anlamıyordu üç ay olmuştu ve elvanın babası gelip yakasına şimdi yapışıyordu olacak iş değildi. yeni mi söyledi acaba düşündü olamazdı ayrılan elvan olmuştu ortada hiçbir neden yokken çekip giden çok masrafa sokmuştu Bülent git gel üç ay boyunca her akşam evle büfe arasında mekik dokumuştu dolaba alkol dışında hiçbir şey girmemişti gittiği o günden beri şimdi babası gelip benden hesap mı sormaya kalkacak diye düşündü gözlerine baktı kamil amcanın maviyle gri arasında bir renkteydi daha derinlerde ise öfke kol geziyordu.

  "nasıl kıydın lan nasıl sırf seni bırakıp gitti diye yapılır mı lan yapılır mı dünyada başkası yok mu lan nasıl kıydın kızıma şerefsiz herif" bağırıp çağırıyordu kamil amca Bülent şaşkınlıktan eriyen buz torbaları gibi duruyordu kamil amcanın kolları arasında konuşmaya çalıştı olmuyordu hiçbir şey anlamamıştı ama her şeyi anlamıştıda içinde bir kaç baraj kapağı açılmış bir kaç şehir yok olup gitmişti. kamil amca yorulmuş olmalı ki bıraktı onu yere yığıldı kollarının arasından kayıp giden Bülent kamil amca dizlerinin üzerine çökmüş sokağın ortasında hüngür ağlıyordu yoldan geçen bir çocuk oyuncağını bile uzattı görmedi gözleri buğulu camlar gibiydi ağlamaktan kör olmasına bir kaç dakika kalmıştı en fazla


  Bülent yavaş yavaş toparlandı böyle anlarda bütün kelimelerin keskin birer bıçak olduğunu biliyordu babası öldüğü zaman öğrenmişti ona haberi haber amcasının oğlunu hastanelik etmişti. 
  
    babası herkesi toplayıp o sabah ava gitmişti Bülent'e ısrar etmiş ama hiç oralı olmamıştı milan kunderayla tanışan bülent. onun için dünyanın en önemli olayı var olmanın dayanılmaz hafifliğiydi bu günlerde. yirmisine basmıştı bülent o yaz üniversite ikinci yılına hazırmış gibi görünmeye çalışıyordu boş işler müdürlülüğünün kendine en uygun meslek olduğunu düşünerek. aynı zamanda üniversiteden nefret etmek için otuz beş milyon neden adlı bir kitap üzerinde çalışıyordu ama ölünceye kadar anca bitireceğinin de farkındaydı. saat biri geçmiş öğlenin ağırlığını atlamamıştı bülent uykuya dalıp gitmişti yatağının üzerinde. uykuya dalalı on dakika olmuş yada olmamıştır kapı çalındı yavuz gelmişti nefes nefese ellerini dizlerine yaslamış duruyordu kapının önünde. bülent gözleri yarı açık tam karşıdaki evin penceresine bakıyordu saçları karışmış gözleri bu kadar kısıkken nasıl görebildiğini düşünüyordu. yavuz anlaşılan yolda gelirken yapacağı konuşmayla ilgili bir şey düşünmemişti -o kadar soğuk kanlı olmasını beklemekte yanlış olabilir tabi- 


  "baban" dedi birden ağızdan yanlışlıkla çıkmış bir kelime gibi sahipsiz kaldı önce havada sonra döndü bütün yüz hatlarına sızdı. bülent çoktan yakasına yapışmıştı yavuz'un "ne oldun lan babama ne oldu söylesene" diyerek silkeliyordu yavuzu karşı koymamasına işe şaşırmıştı her ortamda güç gösterilerine girişen yavuz boş bir çuval gibi sallanıyordu kollarının arasında. "memduh amcamı kaybettik abi her şey bir anda oldu" dedi ve betona düştü bülentin kolları arasından damarlarında ki kan buza dönüşmüştü sanki öylece kalmıştı bülent gözleri karşı evin penceresinde. "benim suçum benim suçum" diye sızlanmaya başladı yavuz yerde. ateşe tutulmuşta çözülmüş gibi birden ona döndü bülent "tabi senin suçun lan orospu çocuğu oturduğun yerde otursan her lafın arasına amca ne zaman ava gidiyoruz diye sokulmasan hiçbir şey olacağı yoktu" çoktan girişmişti yerde ki yavuza attığı tekmelerin haddi hesabı yoktu yavuzdan ah diye bir ses dahi çıkmamıştı suçunu biliyordu ve acısını hafifletecek kefaretini ödüyordu. bülent ağlayarak gelen annesini görünce bıraktı koştu ona sarıldı "ne oldu anne ne olmuş bu geri zekalı ne diyor" sorulara boğdu annesine. soruların hiçbirini duymadığına emindi annesinin bıraktı annesini bir tekme daha savurduğu eli yüzü kan içinde yerde yatan yavuza annesi kolundan çekti "ne yapıyorsun sen" diyerek dengesini kaybedip yere düştü ellerini soğuk betona verip kalktı "bu şerefsiz yüzünden oldu ne olduysa" deyip bahçe merdivenlerden inip koşmaya başladı elma ağaçlarından dökülen çürümüş elmalara bastıkça küfürler savurarak av için her zaman gittikleri yere doğru var gücüyle koşmaya devam etti az ilerde ambulans duruyordu yolun kenarında ölmüş olsa ambulans niye gelsin diye geçirdi içinden en kötü kurşun yarasıdır kolundan falan vurulmuştur diye düşündü ama geri zekalı yavuz kaybettik diyordu "kim doğruyu söyleyecek lan" diye bağırarak koşuyordu yaşlı bir armut ağacanın olduğu burunu dönünce kalabalığı gördü bütün herkes oraya toplanmıştı sanki küçücük köydü nede olsa. 
  
  ağır adımlarla yürüyordu artık sakince düşünmesi gerekliydi böyle bir durumla daha önce karşılamamıştı ne yapacağını bilmiyordu ve o daha neyle karışılacağını bile bilmiyordu düşünmeyi bırakıp tekrar büyük adımlarla indi patika yolun yokuşunu yola inmiş daha bir adım atmıştı ki amcası koluna yapıştı hemen "nereye gidiyorsun sen buraya gel" dedi kolunu acıtıyordu ve o acıttığının farkında değildi gözlerinde yaştan eser yoktu hiç ağlamazdı babası öldüğünde de hiç ağlamamıştı soğuk kanlı amerikan seri katillerinden bir hava vardı onda. "ne oldu amca yavuz bir şeyler zırvaladı annem hüngür hüngür ağlayarak eve geldi ne oluyor kim adam gibi durup durumu açıklayacak" bağırıyordu farkında olmadan herkes onlara dönmüştü ve herkesin gözlerine yağmur bulutları uğramıştı. bu manzarayı da görünce bir dirsek darbesi vurdu amcasının boşluğuna sıyırdı kolunu ellerinin arasından kalabalığın arasından geçti doktoru ve hemşireleri gördü önlerinde babası yatıyordu emekli uzman çavuş memduh düzgün silahlar hakkında her boku bilen adam umarım vurulmamıştır diye geçirdi içinden büyük rezillikti sonra soğuk kanlılığına şaşırıp kendinden utandı. 
  
  ellerini hemşirenin omuzuna koyup "nasıl olmuş" diye sordu. "ben oğluyum" diye ekledi. doktorlara soru sormazdı onlar kendilerini beğenmişin tekiydiler onları tatmin etmemek için duygularını okşamamak için bu soruyu bile sormazdı prensipler böyle anlarda kalıcılık kazanırdı. doktor döndü "anlatılana göre silahı ateş almamış karşısından gelen yaban domuzu boynuzunu karnına saplamış açılan yara büyük olduğundan kan kaybından ölmüş. net sonuç otopsiden sonra belli olur ancak. başın sağ olsun" dedi. yavuzun neden kendini suçladığını anlamıştı 'kesin babamın yakınında bir yerdedir her zaman olduğu gibi -işin en ince ayrıntısına kadar öğrenecek ya it iki metre önüne şişe koysan vuramaz avı dilinden düşürmez kesin görmüştür olayı nişan almış ateş etmiştir vuramamıştır hayvanı adım gibi biliyorum bak' dedi kendi kendine eve çıkıp öldürene kadar tekmelemeyi düşündü ama hala orada olacağına ihtimal vermiyordu "çoktan sınırı geçmiştir" dedi amcasına bakıp onunda olayı gördüğünden emindi. ağlamaya çalıştı olmuyordu öfkesi acısından büyüktü ava giden bütün sülalesini tutukluk yapıldı diyen silahla bu mu lan bu mu diyerek vurma fikrini kafasından atamıyordu. kanlı sahneler korkunçtu ama hayal gücüde taktire değerdi. 
  
  doktora bir cevap vermediğini fark ettiğini 'kafanın içinden geçenleri biliyorum' der gibi bakıyordu ona ellerini beyaz önlüğünün cebine sokmuş 'yine o siktiğim çok bilmiş tavırlar' sabrı taşıyordu. "neyi bekliyorsun doktor teşhir amaçlı bir  gösterim mi yapılıyor burda kaldırsana adamı götürsene biran önce nereye götüreceksen" diye inledi kalabalığın ortasında herkes ona dönmüş yazık yazık diye iç geçiren tavırlarla bakıyorlardı "sizde kaybolun lan can verecek varsa buyursun gelsin yoksa siktin gidin" hayatı boyunca toplum içinde kurmadığı kadar cümle kurmuş ve yarısından fazlasında küfür etmişti hiç iyi bir başlangıç değildi topluluğa karışmak onlar gibi olmak için belkide şansını toptan yitirmişti. kimsenin onu dinlediği yoktu ne bir giden nede gelip can veren vardı amcası koluna yapıştı "ne yapıyorsun lan sen kafayı mı yedin baban öldü oğlum baban sen farkında mısın" dedi daha konuşmaya bitirmeye niyeti yoktu belliydi "sen farkında mısın kardeşin öldü hemde o haşere oğlun yüzünden" yüzü pastel renkli bir duvar gibiydi amcasının hiçbir şey diyemedi tam on ikiden vurmuştu. "doktor savcıyı bekliyor keyfinden değil" dedi altta kalmamak istercesine ve bunun farkına varmıştı bülent bir yumruk atmayı düşündü vazgeçti. babasından rol çalıyordu bugün onun günüydü oysa daha şimdiden babasının ölümünün nasıl olduğundan daha çok onun bu davranışları konuşulacaktı farkına vardı utandı bugün yeterince utandığını düşüncü vicdanı her şeye rağmen rahattı. 
  
  köşeye geçip oturdu yolun kenarında sinirleri gevşemeye başlamıştı sinirleri gevşedikçe sanki gözlerinin muslukları sızdırmaya başlamıştı ağlıyordu hemde salya sümük bu hengamede unutulup gidiyordu kalabalık arasından birisi çıktı geldi az önce ellerine omuzuna koyduğu hemşireydi. selpak uzattı "çok üzüldüm başın sağ olsun" dedi yanına oturdu beyaz pantolonuna aldırmadan. az önce ettiği küfürler için teker teker yeniden pişman oldu yeniden kendinden utandı. "aslında böyle birisi değilim" dedi kedi miyavlaması kadar alçak bir sesle. "aslında ben aslında ben babam hiç ölmez sanıyordum hele ki bir avda onun gibi silahlardan anlayan birisi onun gibi bir asker nasıl oldu hiç anlamadım" ona sarılsın diye bekledi önce sonra erkekliğinden utandı bir kaç metre ötede babası yatıyordu kansız cansız vedasını etmeden gitmiş babası. hemşire sarıldı ona. ağlıyordu üstelik. omuzunda ağlayan ilk kadın olmuştu aşık olmak için daha neyi bekliyordu. zaten emrah serbes'i okuduğundan beri babası öldüğü gün birine aşık olmayı bekliyordu ama babasının ölmesini değil. 
  
  gelen hemşire elvandı babası öldüğü gün birine aşık olmuştu hayatında ilk kez bir olay istediği şekilde ilerlemişti ve bunun aslında ne kadar boktan bir istek olduğunu anlamıştı. herkes kadar oda suçluydu artık Allah herkese bir mucize şansı vermiş oda bunu elvana aşık olmak olmak için kullanmıştı -babası öldüğü gün birine aşık olmak için elvan onun şanssızlığıydı.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder